12 – Yusuf

       Yusuf suresi Mekke döneminde inmiş olup 111 ayettir. Surenin birkaç ayeti hariç tamamında Hz. Yusuf Peygamberden bahsedildiği için sureye bu ad verilmiştir.
       Sûrede Hz. Yusuf’un karşılaştığı sıkıntılar, gördüğü eziyetler ve çektiği cefalar ve bunlara nasıl direndiği ve arkasından nasıl başarıya ulaştığı anlatılmaktadır. Hz. Yusuf kıssası üzerinden mü’minlere önemli mesajlar ve faydalı öğütler verilmektedir. Sabrettikleri ve mücadele verdikleri takdirde onların da Hz. Yusuf gibi başarıya ulaşacakları ve ödüllendirilecekleri müjdelenmektedir. Kur’an’da baştan sona kadar yalnızca bir konuyu anlatan tek sûre Yusuf suresidir.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
       1. Elif lâm Râ. Bunlar, her şeyi apaçık bildiren kitabın (Kur’an’ın) ayetleridir. Elif-Lam-Râ harfleriyle ilgili Bakara suresinin 1. ayetinin dipnotuna bakabilirsiniz.
       2. Biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik ki; aklınızı işleterek belki onu kavrayıp özümsersiniz.

       Bu ayet, Arapçanın da diğer diller gibi normal bir dil olduğunu ancak Kur’an’ın ilk muhataplarının Arapça konuşmasından dolayı vahyin bu dille geldiğini anlatıyor. Anlaşılmayan bir şey zaten topluma istikamet veremez. Allah, Tevrat’taki hükümleri Kur’an’da tekrar inzal buyururken ve Hz. Musa’nın hadislerini aktarırken onların dilini Arapçaya çevirerek aktarıyor. İncil’deki direktiflerini ve Hz. İsa’nın hadislerini naklederken yine Arapçayı kullanıyor. Çünkü vahyin birinci muhataplarının dili Arapçadır. Kur’an evrensel de olsa vahiy hareketinin ilk nüvesini oluşturanların dili Arapçaydı. Arapça konuşan bir topluma başka bir dille kitap göndermek düşünülemezdi. “Kur’an’ı yabancı dilde okunan bir kitap olarak gönderseydik: ‘Hayata geçirilebilmesi için ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıklanmalı değil miydi? Arapça konuşan bir peygambere, yabancı dilde bir kitap mı gönderilir?’ diyeceklerdi.” (Fussılet 41/44) Bu ayetten de anlaşılıyor ki; Kur’an mesajının anlaşılması ve hayata geçirilmesi için Kur’an’ın ulaşmak istediği toplumlara kendi dillerinde tercüme edilerek ulaştırılması gerekir.
       “Kur’an” sözcüğü genelde Allah’tan gelen vahyin kitaplaşmış haline denmektedir. Aslında bazı ayetlerdeki bağlamından dolayı vahyin kitaplaşmış haline Kur’an dense de ayetlerin bir araya getirilerek oluşturulan kitabın adı “Mushaf”tır. “Karae” kökünden türeyen Kur’an, kök anlamı itibariyle “okumak”, “bir araya getirmek”, “nakletmek”, “aktarmak” demektir.

       3. (Ey Resul!) Biz sana bu Kur’an’ı vahyetmekle, (aynı zamanda) geçmiş kavimlere ait haberlerin en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki daha önce bunlardan haberin yoktu.

       Bu ayetten itibaren Hz. Yusuf’un ibret dolu hikâyesi anlatılmaktadır. Hz. Yusuf, Hz. Yakup’un oğludur, Hz. Yakup Hz. İshak’ın, Hz. İshak da Hz. İbrahim’in oğludur. Hz. İbrahim hem Kureyş boyu Araplarının hem de İsrailoğullarının atasıdır. Araplarla İsrailoğulları köken itibariyle kardeştirler. Hz. İbrahim ise putperest bir babanın evladıdır. “Hani İbrahim, babası Âzer’e, ‘Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum’ demişti.” (En’am 6/74) Demek ki babanın putperest olması evladının Allah katındaki yerini değiştirmez, evladın peygamber olması da babanın durumunda değişiklik yapmaz. Kişinin Allah katındaki değeri amelleriyle orantılıdır. Kimse Hz. Muhammed’in ümmetiyim diye kendine bir pay çıkarmasın. Öyle olsaydı örnek peygamber ve model insan Hz. İbrahim babasını kurtarırdı.

       4. Hani Yusuf babasına: “Babacığım; ben (rüyamda) on bir gezegenin, güneşin ve ayın önümde hürmetle eğildiklerini gördüm” demişti.
       5. (Babası Yakup) şöyle dedi: “Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma; sonra (şeytana uyup) sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insan için apaçık bir düşmandır.”

       Burada insandaki kötülük, kıskançlık ve haset dürtüsüne vurgu yapılıyor. Üstelik hassasiyetine binaen kardeşler üzerinden mesaj veriliyor. Çünkü hasedin kan bağıyla, akrabalıkla, arkadaşlıkla bir ilgisi yok. Haset, insanda tabiatından gelen bir duygu olarak bulunuyor. Ancak insan gerek haset etmede gerekse haset edilmede dikkatli olması gerekir. Haset ve kıskançlıktan korunmak isteyen insan elindeki maddi ve manevi imkânları insanların dikkatini çekecek şekilde reklam etmemeli. “Rüyanı kardeşlerine anlatma” uyarısı bu manada ikaz niteliğindedir. Arkasından gelen “sana tuzak kurarlar” cümlesi ise haset edenin şerrini anlatıyor. “Haset ettiği vakit hasetçinin şerrinden Allah’a sığın” (Felak 113/5) ayeti de bu hakikati destekliyor.

       6. “İşte Rabbin seni böylece seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetlerini tamamladığı gibi senin ve Yakup ailesinin üzerindeki nimetini tamamlayacaktır. Şüphesiz Rabbin hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
       7. Gerçekten, Yusuf ve kardeşlerinin kıssasında (hakikati) sorup arayanlar için nice (uyarılar ve) ibret verici dersler vardır.
       8. (Kardeşleri) şöyle demişti: “Biz güçlü bir grup olduğumuz halde Yusuf ve kardeşi (Bünyamin) babamızın gözünde bizden daha sevgilidir. Doğrusu, babamız (bu konuda) apaçık bir yanılgı içindedir.”

       Hz. İbrahim’in 2 oğlu vardır. Hz. İshak ve Hz. İsmail. Hz. İshak Hz. İbrahim’in birinci eşinden (Sare’den), Hz. İsmail ise ikinci eşinden (Hacer’den) doğmuştur. Hz. İshak’ın oğlu Yakup İsrail adıyla anılır ve onun 12 evladı, İsrail oğullarının on iki boyunu oluşturur. Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. Süleyman ve Hz. İsa bu soydan gelen ve Kur’an’da ismi geçen peygamberlerdir.
       Hz. Yakup’un İbrahim peygamberin oğlu olduğunu söyleyenler ve bunu aşağıdaki ayetlere dayandıralar da vardır. Hz. İbrahim, İsmail, İshak ve Yakup peygamberlerin birlikte anıldığı Bakara, 2/136 ve A. İmran, 3/84 ayetleri, “Biz O’na İshak’ı ve Yakup’u da armağan ettik” (Enbiya, 21/72; Meryem, 19/49; Ankebût, 29/27).
       Hz. Yakub’un çocuklarından Bünyamin Hz. Yusuf’un anne-baba bir, yani öz kardeşi; ötekiler (baba bir, anne ayrı) üvey kardeşleriydiler. Diğer anadan olan çocukları babalarının her zaman kendilerine üvey evlat muamelesi yaptığı zannıyla Yusuf ve Bünyamin hakkında kötü düşünüyorlardı.

       9. (İçlerinden biri dedi ki:) “Yusuf’u öldürün ya da bir yere götürüp atın ki, babanızın ilgisi yalnız size yönelsin. Ondan sonra da tevbe ederek iyi kimseler olursunuz (babanızla münasebetleriniz düzeltir, işleri yoluna koyarsınız.)”
       10. İçlerinden (daha insaflı olan) bir sözcü de dedi ki: “Yusuf’u öldürmeyin, eğer ona illa da bir şey yapacaksanız onu bir kuyunun içine/dibine bırakın ki (oradan geçen) kafilelerden biri onu bulup alsın (ve uzak diyarlara götürsün).
       11. (Bu karara vardıktan sonra babalarına) şöyle dediler: “Ey babamız! Yusuf hakkında bize neden güvenmiyorsun? Hâlbuki biz onun iyiliğini istiyoruz.”

       Hz. Yusuf’la ilgili planlarını yaptıktan sonra, babaları Hz. Yakup’a gelerek Yusuf’u da yanlarına alarak bir kır gezisine çıkmak istediklerini söylediler. İçinde bir his doğmuş olacak ki; Hz. Yakup bunun tehlikeli olabileceğini ve bu planlarından vaz geçmelerini istedi.

       12. Yarın onu bizimle beraber gönder de (kırlarda) gezip eğlensin. Bizim onu koruyacağımızdan kuşkun olmasın.
       13. (Babaları/Yâkûb) dedi ki: “Doğrusu onu götürmeniz beni gerçekten üzer (onun yanımdan ayrılmasına dayanamam). Ayrıca dalgınlığınıza denk gelir de kurdun biri onu yer diye korkuyorum.”
       14. (Onlar da:) “Andolsun ki, biz, (güçlü) bir grup iken yine de onu kurt kaparsa, o zaman bize de yazıklar olsun” dediler.
       15. Nihayet (babalarını ikna ederek Yusuf’u yanlarına alıp yola çıktılar), kardeşleri onu götürüp kuyunun dibine bırakmaya karar verdikleri zaman biz Yusuf’a: “Andolsun ki, gün gelecek sen, onların bu yaptıklarını (senin kim olduğunu) kavrayamayacakları bir anda kendilerine hatırlatacaksın!” diye ilham ettik. Bkz. 12/89-90

       “Evhayna” fiili, burada ilham anlamında kullanılmıştır. Tıpkı Hz. Musa’nın annesine (Kasas 28/7), Hz. İsa’nın Havarilerine (Maide, 5/111) ve arıya ilham edilmesi (Nahl 16/68) gibi. “…Allah insanla ancak vahiy/ilham yoluyla konuşur…” (Şura 42/51) cümlesindeki “vahiy” kelimesi yine ilham anlamında kullanılmıştır. “Yüklemek” (Fussılet 41/12), “emretmek” (Enfal 8/12) ve “talimat vermek” (Zilzal 99/5) örneklerinde de olduğu gibi “vahiy” sözcüğü sadece peygamberler için kullanılmamıştır. Kendisine ilham edildiğinde Hz. Yusuf henüz peygamber olmamıştı. Allah’ın Hz. Yusuf’a kuyuya atıldığı zamanki bu vaadi gerçekleşmiş ve Hz. Yusuf kuyudan çıkarıldıktan belli bir zaman sonra önce Mısır’a vezir olmuş, daha sonra da kendisine peygamberlik verilmiştir.

       16. (Onlar, Yusuf’u kuyuya bıraktıktan sonra) havanın karardığı (yatsı) vakti (yalandan) ağlayarak babalarına geldiler.

       Yaptıkları planı adım adım uygularken kardeşleri Yusuf’u kuyuya atmadan önce gömleğini almışlardı. Öldürdükleri bir hayvanın kanına buladıkları bu gömleği de inandırıcı olsun diye babalarına götürmüşlerdi.

       17. “Ey babamız! Gerçek şu ki; yarış yapmak için bulunduğumuz yerden (biraz) uzaklaşmış ve Yusuf’u azıklarımızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! (Biliyoruz ki,) her ne kadar doğru söylesek de sen bize inanmayacaksın” dediler.
       18. (Yusuf’un) gömleğini üzerine bulaştırdıkları sahte bir kanla getirmişlerdi. (Babaları) dedi ki: “Nefsiniz sizi aldatıp böylesine (çirkin bir işe) itmiştir. Artık (bana) güzel bir sabır gerekiyor. Anlattıklarınıza karşılık ancak, Allah’ın yardımı beklenir.”

       Yusuf’un kardeşleri gömleğe kan sürmüştü ama onu yırtmayı unutmuşlardı. Feryadı basan Hz. Yakup Yusuf’un gömleğini aldı ve onu gözlerine sürüp ağladı. Yapılan ihaneti ve hileyi sezmiş olacak ki çocuklarına şöyle söyledi: “Bu kurt ne kadar da ince ruhluymuş! Oğlumu yemiş ama ziyan olmasın diye sırtındaki gömleği yırtmamış.”

       19. Daha sonra bir kafile geldi, sucularını su almak için (kuyuya) gönderdiler. Adam kovasını kuyuya sarkıtınca (Yusuf kovaya sımsıkı yapıştı, kovanın Yusuf’la dışarı çıktığını gören adam): “Hey müjde! İşte size bir oğlan çocuğu” dedi. Kafiledekiler onu bir ticaret malı olarak (başkalarına) satmak üzere sakladılar. Oysa Allah onların ne yaptıklarını biliyordu.
       20. (Kafile Mısır’a varınca) Onu yanlarında alıkoymak istemedikleri için ucuz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar.
       21. Onu satın alan Mısırlı adam karısına: “Ona güzel bak, umulur ki bize bir yararı dokunur ya da (durumuna göre) onu evlat ediniriz” dedi. İşte bu şekilde biz, Yusuf’u o yere (Mısır’a) yerleştirdik. Ona olayların doğru yorumunu öğrettik. Zira Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmez.

       Hz. Yusuf’u satın alan adamın, o günkü Mısır’ın Maliye Bakanı Kıtfir olduğu ve hanımın adının Züleyha olduğu söylenmektedir. Yusuf’un serüveni Tevrat’ta, Tekvin bölümünde de anlatılmaktadır. Kenan ülkesinde yaşayan Yusuf’un İbranice ’deki adı Yosaf’dır. Hz. Yusuf bu olayla ailesinden aldığı terbiyenin yanında medeniyetin zirvede olduğu bir memlekette seçkin bir ailenin yanında iyi bir eğitim ve öğretim imkânı bulmuştur.

       22. (Yusuf) olgunluk çağına erişince ona bir muhakeme yeteneği ve bilgi yöntemi bahşettik. Ve işte iyiliği, güzel davranmayı huy edinenleri böyle mükâfatlandırırız.
       23. Ve (Yusuf’un) barındığı evin kadını (Züleyha) onun gönlünü çelmek istiyordu ve (bu niyetle kocasının evde olmadığı bir gün) kapıları sımsıkı kapatıp ona: “Haydi, gelsene!” dedi. Yusuf: “(Hâşâ) Allah’a sığınırım (sana yaklaşmaktan). Doğrusu O benim rabbimdir/efendimdir, bana güzel bir konum kazandırmıştır. Gerçek şu ki, zalimler (nankörler ve zina edenler) asla kurtulamazlar” dedi.

       “Rab” aynı zamanda efendi demektir. Ayetteki “o benim Rabbimdir” cümlesindeki “rab” Allah’ı değil, hanımın kocasını, Yusuf’un efendisini anlatmaktadır. Yani “kocan benim efendimdir, beni öz evladı gibi bağrına basmıştır, ona nasıl ihanet eder, nankörlükte bulunabilirim.”
       Namahrem olan yani birbirlerine nikâhı düşen bir erkekle bir kadının yanlarında yakınları olmaksızın tenha bir mekânda bulunmaları doğru değildir. Bu konuda Hz. Yusuf ile ilgili anlatılan kıssadan alınacak büyük hisseler bulunmaktadır. İnsan, kendisini günaha götürecek yollardan uzak durmalı ya da o yolları kullanmamaya özen göstermelidir. Zira İsra 17/32. ayetinde “zina yapmayın” demiyor özellikle “Zinaya yaklaşmayın” diyor yani, zinaya götürecek olan bütün yolların kapalı tutulması isteniyor. Küçük günahlar büyük günahların öncüleridir. Zinaya götürecek en küçük bir çıkış zinanın geleceğinin habercisidir. Onun için bu duruma yol açacak bütün davranışlardan uzak durmak gerekir.

       24. Andolsun ki, kadın ona (göz koyup) istek duymuştu. Eğer Rabbinin (zinadan alıkoyan) delilini görmemiş olsaydı, Yusuf da ona istek duyacaktı. Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, (erdemli duruşuyla) bizim samimi kullarımızdandı.
       25. (Kaçmak isteyen Yusuf önde olduğu halde) ikisi de kapıya doğru koştular. Kadın, onun gömleğini arkasından boylu boyunca yırttı. Derken kapının yanında efendisine (kadının kocasına) rast geldi. (Kadın hemen) dedi ki: “Ailene kötülük etmek isteyenin cezası; zindana atılmaktan veya acıklı bir azaptan başka ne olabilir?”
       26-27. (Yusuf:) “(Hayır yalan söylüyor) asıl kendisi benim gönlümü çelmek istedi!” diyerek (kendini savundu). O an kadının yakınlarından duruma tanık olan (bilgili) birisi: “Eğer onun gömleği ön taraftan yırtılmış ise kadın doğru söylemiştir, o yalancılardandır. Yok, eğer onun gömleği arkadan çekilip yırtılmışsa, bu durumda kadın yalan söylemiştir ve kendisi doğruyu söyleyenlerdendir” dedi.
       28. Kadının kocası, gömleğin arka tarafından yırtılmış olduğunu görünce karısına: “Hiç şüphesiz bu, siz kadınlara özgü bir komplodur, çünkü sizin komplolarınız gerçekten büyüktür” dedi.
       29. (Adam: “Ey) Yusuf! Sen bu olayın üstünde durma (kimseye de bir şey söyleme)! Ve sen de (ey kadın) işlediğin günahtan ötürü bağışlanma dile, çünkü sen günah işleyenlerden birisi oldun” dedi.
       30. Şehirde birtakım kadınlar: “Vezirin karısı, (hizmetçisi olan) genç (delikanlı) kölesinin gönlünü çelmeye kalkmış. Öyle ki Yusuf’un sevdası onun kalbine işlemiş. Doğrusu biz onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler.

       “Aziz” kişinin adı olmayıp Mısır’ın maliye işlerine bakan en yüksek makamında bulunan zâtın unvanıdır. Bugünkü ifade ile maliye bakanı ya da müsteşarı.

       31. (Azizin karısı Züleyha) onların bu tür dedikodularını işitince (bir davetçi) gönderip onları çağırdı. Onlar için oturup yaslanacakları bir yer hazırladı. Her birine birer de bıçak verdi ve Yusuf’a: “Çık karşılarına” dedi. Kadınlar Yusuf’u görünce güzelliği karşısında büyülendiler (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve “Allah’ım, sen ne büyüksün! Bu bir insan değil, ancak saygın bir melektir” dediler.
       32. Bunun üzerine (Züleyha) onlara dedi ki: “İşte bu, beni hakkında kınadığınız kimsedir. Andolsun ki, ben, ondan karşılık almak istedim. Fakat o, iffetinden dolayı bundan kaçındı. Ve eğer (bundan böyle de) arzumu yerine getirmez (birlikte olma teklifimi) kabul etmezse, (hepinizin önünde uyarıyorum) mutlaka o zindana atılacak ve sürüm sürüm sürünecektir.”
       33. Yusuf (bu tehdit karşısında): “Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettiği (çirkin) şeyden daha sevimlidir. (Allah’ım!) Eğer onların hile ve entrikalarından kurtarmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum” dedi.
       34. Ve Rabbi onun duasını kabul etti ve onu onların komplolarına karşı korudu. Çünkü O gerçekten her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi detayıyla bilendir.
       35. Sonra onlar (Yusuf’un suçsuzluğuna dair) bu kadar delili gördükleri halde, yine de onu (dedikoduların kesileceği) bir zamana kadar zindana atmayı uygun buldular.

       Hz. Yusuf, suçlu bulunduğu için değil; karısına karşı pasif kalan, kişilik zaafı bulunan, dirayetsiz ve basiretsiz efendisinin dik duramayışından ve aile itibarının yok olmasından hapse atılmıştır. Hz. Yusuf’un suçluluğuna ilişkin en ufak bir kanıt bulunmadığı ve isnat edilen suçun Hz. Yusuf’la alakasının olmadığı ispatlanmasına rağmen suçlu muamelesi görerek zindana atılması saray kültürünün zorba yönetiminin acı bir göstergesidir. Bu durum aristokrat çevrelerin tutarsız ve adaletsiz atmosferini ortaya koymaktadır. Hz. Yusuf’u hapse atan zihniyet hâlâ egemenliğini sürdürmektedir. Bugün bir takım derin güçler istiyor diye nice Yusuflar suçsuz yere zindanlarda çürümekte ve nice Yusufların hayat hakları haksızca ellerinden alınmaktadır.

       36. Onunla beraber iki delikanlı daha zindana girdi. Bunlardan biri: “Ben (rüyamda) kendimi şarap (yapmak için üzüm) sıkarken gördüm.” Öbürü de: “Ben de başımın üzerinde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm, bunların yorumunu bize bildir. Çünkü biz senin gerçekten iyilik edenlerden olduğunu görüyoruz” dediler.
       37. (Yusuf) dedi ki: “(Merak etmeyin, daha yiyeceğiniz yemek önünüze gelmeden, size rüyanızın ne anlama geldiğini bildireceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah’a inanmayan ve ahireti de inkâr eden bir toplumun milletini terk ettim.”

       Son cümledeki “millet” sözcüğü halkın sahip olduğu dini, uygarlığı, hayat tarzını, sistemi, düzeni ifade etmektedir. “Terk ettim” cümlesi, “ben onların dininden uzak durdum” anlamındadır. Zira peygamberler peygamber olmadan önce de şirke ve zulme bulaşmamış insanlardır.
       Zindanda yaşanan bu durum Hz. Yusuf’a tevhid dinine hizmetin kapısını açmıştır. Rüyalarına yorum bekleyen gençlerin isteğini fırsata dönüştüren Hz. Yusuf hemen “Allah’a inanmayan ve ahireti de inkâr eden bir toplumun yaşam biçiminden uzak olduğunu” dile getirerek çizgisini ortaya koymuştur. Aşağıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi Mısırlıların yanlış yoldan gittiklerini, gerçek dinin İslam olduğunu ve kulluğun sadece bir olan Allah’a yapılması gerektiğini onlara tebliğ etti.

       38. “Onun yerine atalarım İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un milletine bağlandım. Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmak bize yakışmaz. Bu inanç Allah’ın, bize ve tüm insanlara yönelik bir lütfudur. Fakat insanların çoğu Allah’a şükretmezler.”

       Burada da “millet” sözcüğü din, yaşam biçimi, uygarlık, düzen, sistem anlamında kullanılmıştır. Hz. Yusuf’un; “atalarım İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un milletine bağlandım” demesi, şirkin olmadığı gerçek tevhid dini olan İslam’a intisap etmesi demektir. Onun için “Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmak bize yakışmaz” diyor. Yani Tevhid dinini kabul ettikten sonra tevhidi yaralayacak davranışlar sergilemek doğru olmaz. Tevhid dininin tanımı Hz. Peygamberin getirdiği mesajda, örnekleri ise başta Hz. Nebi olmak üzere Kur’an’ın sunduğu peygamberlerin hayatlarında vardır.

       39. “Ey benim zindan arkadaşlarım! (Hiçbir şeye gücü yetmeyen) birbirinden farklı (uydurma) tanrılar mı daha iyidir, yoksa mutlak hâkimiyet sahibi olan tek Allah mı?”
       40. “O’ndan başka taptıklarınız, sizin ve atalarınızın takmış olduğu bir takım kuru isimlerden ibarettir. Allah, onların (kendisi adına) yetkili olduklarına dair herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır. O, size kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”

       Odak noktasını Allah’ın birliği ve yegâne hüküm koyuculuğu öğretisinin oluşturduğu ayette, Allah’a şirk koşulmaması, aracılar tutulmaması konusunda insanların dikkati çekilmektedir. Allah’tan başka varlıklarda tanrısal özellikler bulunduğunu vehmeden kişinin müşrik olacağı bütün ilahi mesajlarda açık olarak bildirilmesine rağmen putçuluk hiçbir zaman eksik olmamıştır.

       41. “Ey benim zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınızın yorumuna gelince): Biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap sunacak, diğeriniz ise (suçlu bulunup) asılacak da kuşlar başının etini yiyecek. İşte hakkında yorum istediğiniz şey olup bitmiştir (ilâhî kaza ve hüküm yerini bulacaktır).
       42. (Yusuf,) kurtulacağını anladığı arkadaşına: “(Buradan kurtulduğunda) efendinin yanında benden söz et (suçsuz olduğumu söyle ve özelliklerimi anlat)” dedi. Fakat şeytan, (Yusuf’un durumunu) efendisine anlatmayı ona unutturdu; (bu yüzden Yusuf) birkaç yıl daha zindanda kaldı (ve böylece tebliğ ve irşad vazifesine devam etti).

       “Bıd’a sinîin” cümlesi “senelerce” demektir. Üçten ona kadar olan sayılardan birine verilen addır. Aynı ifade Rum suresi 30/4. ayetinde de geçer. Burada olduğu gibi orada da birkaç yıl anlamında kullanılmıştır.

       43. (Yusuf’un hapis hayatı devam ederken) bir gün kral dedi ki: “Ben rüyamda yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini gördüm; ayrıca yedi yeşil başak ve bir o kadar da kuru başak (vardı). Efendiler! Eğer rüya yorumlamayı biliyorsanız, bu rüyamın ne anlama geldiğini bana açıklayın.”

       Ayette sözü edilen Kral’ın Mısır’da M.Ö. 1580’den 1700’e kadar hüküm süren altı Hiksos kralından biri olduğu söylenir. Kıssada sözü geçen kralın İbranî kavminden olan Hz. Yusuf’a imkân vermesi, Mısır’da İsrail milletinin oluşumuna esas teşkil etmiş olabilir. İbraniler, Arabistan Yarımadası’ndan Mezopotamya’ya, sonra Suriye ve Mısır’dan Kuveyt’e kadar olan topraklarda yaşamış eski bir halk topluluğudur. İbrani asıllı halk genellikle İsrailoğulları, Midianitler, Yoktanitler ve Edomitler olarak anılır. Günümüzde sadece İsrail Halkı İbranice konuşur. Ayrıca Hiksos dilinin, eski Arap lehçelerinden biri olan İbraniceye çok yakın olduğu da bilinmektedir.

       44. (Ünlü tabirciler) dediler ki: “(Bunlar) karmakarışık rüyalardır. Biz böyle rüyaların yorumunu bilemeyiz.”
       45. (Tam o sırada zindandaki) o iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zamandan sonra (Yusuf’u) hatırladı ve “Ben size rüyanın yorumunu söyleyebilirim, (ancak bunun için bir mahkûma gitmem lazım) hemen beni (zindana) gönderin” dedi.
       46. (Zindana varınca) dedi ki: “Ey özü sözü dosdoğru Yusuf! (Rüyada görülen) yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yemesi ve yedi yeşil başak ile bir o kadar sayıdaki kuru başak hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki (vereceğin bilgi ile) insanlara dönerim de onlar da (senin değerini) bilirler.”
       47. (Yusuf şöyle) cevapladı: “Öteden beri yapageldiğiniz gibi, yedi yıl boyunca hiç ara vermeden ekip biçeceksiniz fakat yiyeceğiniz az bir miktar hariç, biçtiğinizi başağında öylece bırakacaksınız (depolayacaksınız).”
       48. “Sonra onun ardından yedi yıl sıkıntı ve kuraklık meydana gelecek. (Tohumluk için) sakladığınız az şeyin dışında (bu kıtlık yılları) daha önce biriktirdiklerinizin hepsini silip süpürecek.”
       49. “Bu (kıtlık yılları) geçtikten sonra insanların yağmura kavuşacağı bir yıl gelecek. (O zaman) insanlar (meyveleri) sıkarak (meyve suyu ve zeytinyağı yapacak, hayvanları otlatarak süt) sağacaklar.”
       50. (Adam bu yorumu getirince) Kral: “Onu bana getirin” dedi. Elçi, Yusuf’a gelince (Yusuf) dedi ki: “Efendine dön de ellerini kesen o kadınların derdi ne idi? diye sor. Şüphesiz Rabbim onların tuzaklarını/hilelerini hakkıyla bilendir.”

       Kralın kendisini huzuruna çağırmasına rağmen Hz. Yusuf ‘un bu çağrıyı reddetmesi vakarlı ve onurlu duruşunun bir göstergesidir. Suçsuzluğu kanıtlanmasına rağmen zindana atılan Hz. Yusuf’un kralın huzuruna çıkarak boyun eğmesi onun için hem bir züldü hem de karakterine tersti. Nitekim Hz. Yusuf, hakkın örtbas edilemeyeceğinden, adaletin er ya da geç tecelli edeceğinden ve gerçeğin mutlaka ortaya çıkacağından emindi.

       51. (Bunun üzerine kral o kadınları çağırtıp kendilerine:) “Yusuf’un gönlünü çelmek isterken ne sağlayacağınızı umuyordunuz?” diye sordu. (Kadınlar:) “Allah korusun, biz ondan en küçük bir kötülük görmedik!” dediler. Tam o sırada kralın karısı: “Artık gerçek ortaya çıktı!” diye atıldı: “Onun gönlünü çelmek isteyen bendim; o ise hep özü sözü doğru olan kimselerdendi!” dedi.

       Hz. Yusuf’un, hapisten çıktıktan çok sonra, kocası ölen Züleyha ile evlendiği ve ondan iki çocuğunun dünyaya geldiği rivayet edilir. Hz. Yusuf, Züleyha ile evlenmiş mi evlenmemiş mi? Evlenmişse nasıl ve ne için evlenmiş? Daha önce fuhşa yeltenmiş, iftira atmış, haksızlık etmiş bir kadınla Hz. Yusuf nasıl izdivaç etmiştir… gibi detaylara takılmamak lazım. Zira Hz. Yusuf üzerinden bize verilmek istenen mesaj önemlidir. Mademki Kur’an bir hidayet mesajıdır o halde, hidayete götüren enstrümanların mutlaka tarihi derinliğinin ve hikmetinin bilinmesi gerekmez.

       52. (Yusuf olup biteni öğrendiğinde:) Amacım; efendim bilsin ki ben, arkasından ona ihanet etmedim. Gerçekten Allah hainlerin hilesini başarıya ulaştırmaz” dedi.
       53. “(Yine de) ben kendimi bütünüyle temize çıkarmaya çalışmıyorum. Çünkü Rabbimin merhameti olmadıkça, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” dedi.

       “Nefis aşırı derecede kötülüğü emreder”. Yani akıl ve sağduyunun ahlaken iyi ve olumlu bulmadığı yöne doğru insanı sürükler. “Kendinizi (beğenip) temize çıkarmayın!” (Necm 53/32) ayetiyle Allah, nefsi temize çıkarmayı yasaklamıştır. Nefisteki güdüler genelde insana kötüyü iyi, iyiyi kötü; güzeli çirkin, çirkini güzel olarak empoze eder. Faydalı eylemleri zorlaştırarak, zararlı eylemleri ise kolaylaştırarak insanı fıtratıyla çelişen yollara sevk eder.    Düşmanlıklar, savaşlar, kavgalar, aşırılıklar, kinler, ihtiraslar hep bu kaynaktan beslenir. Akıl ile vahiy uzlaşıp tek bir güç olmadıkça nefsin tasallutundan kurtulmak ve fıtrat bozulmasını önlemek mümkün olmaz.

       54. (Yusuf’un bu sözlerini duyan) Kral: “Getirin onu (Yusuf’u) bana, onu yakın çevreme (sırdaş olarak) alayım” dedi. (Yusuf kralın yanına gelmeyi kabul etti. Kral) onunla konuşunca da (Yusuf’a): “Bugün(den sonra) sen artık bizim yüksek mevki sahibi ve güvenilir bir adamımızsın” dedi.

       Kral, rüyasının yorumunu yapan Hz. Yusuf’a nasıl tedbir alması gerektiğini sordu. Hz. Yusuf da “üründe bolluk ve bereket yaşandığında stok yapmak gerektiğini, kıtlık olduğunda bu stoklardan hem satarak hem de ihtiyaçları gidererek zorlukları aşabileceklerini” söyledi. Bunun üzerine Kral bu işi kimin yapabileceğini sorunca, Hz. Yusuf bir sonraki ayette ifade edildiği gibi “bu işe ben talibim” dedi.

       55. Yusuf: “Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Güvenilir ve bilgili bir koruyucu olacağımdan emin olabilirsiniz” dedi.

       Kral, Hz. Yusuf’un bu teklifini isabetli bulup kabul etti ve kendi yetkilerinin pek çoğu ile beraber maliye ile ilgili sorumlulukların tamamının Hz. Yusuf’un yönetimine geçmesini istedi. Böylece Hz. Yusuf bölgenin en büyük medeniyeti olan Mısır’ın çok yetkili Maliye Nazırı oldu. Öncelikle tarımı ele alarak üretimi artırdı. İhtiyaç fazlasını ambarlara stoklayarak geleceğe hazırlık yaptı. Kıtlık yılları çatınca stoklardaki ürünlerden hem ihtiyacı giderdi, hem ülkeyi dünya pazarına açtı, hem de ihracat yaparak ülkeye ciddi kazanç sağladı.

       56. İşte böylece biz yeryüzünde Yusuf’a güç ve imkân verdik. Öyle ki orada (Mısır’da) dilediği yerde sözü geçiyordu. Biz dilediğimizi rahmetimizden böyle nasiplendirir ve iyilik yapanların mükâfatını kayba uğratmayız.
       57. Elbette ki, inandıktan sonra Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanlar için ahiret ödülü daha hayırlıdır. Bkz. 38/39-40
       58. (Derken, kıtlık yılı gelince) Yusuf’un kardeşleri (Mısır’a) çıkageldiler ve (Yusuf’un) yanına girdiler. Onlar Yusuf’u tanımadıkları halde o, onları hemen tanıdı.

       Kıtlığın gelip çattığı bölgede, Mısır’da ihtiyaç fazlası ürünün dünya pazarına açıldığını duyan çevre halkı, oraya akın etmeye başladılar. O dönemde Kenan Diyar’ında (Filistin’de) yaşayan Hz. Yakup ve ailesi de kıtlıktan etkilendiği için çocuklarını yani Hz. Yusuf’u kuyuya atan kardeşlerini erzak satın almak için Mısır’a göndermişti.

       59. Ve onların yüklerini yüklettikten sonra, kendilerine: “(Bir dahaki gelişinizde) o baba bir (üvey) erkek kardeşinizi (Bünyamin’i) de getirin bana. Görmüyor musunuz, tartıyı tam tuttum ve (size karşı) son derece iyi bir konukseverlik gösterdim.”

       Hz. Yusuf stokların talebi karşılaması için kişi başına belli bir ölçü ile bir deve yükü erzak veriyordu. Hz. Yusuf’un kardeşleri kendisini tanımadıklarından üvey kardeşleri Bünyamin için de erzak istemişlerdi. Onları tanıdığı halde tanımamazlıktan gelen Hz. Yusuf bu talebi kabul etmiş ancak bir daha gelişlerinde onu da beraberlerinde getirmeyi şart koşmuştu.

       60. “Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size verilecek tek ölçek (zahire) bile yoktur ve bir daha da bana yaklaşmayın” dedi.
       61. (Kardeşleri:) “Onu babasından istemeye çalışacağız, kuşkusuz bunu yapacağız” dediler.
       62. (Yusuf) yardımcılarına da dedi ki: “Yaptıkları ödemeyi (erzak bedellerini) yüklerinin içine geri koyun. İhtimal ki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da (kendilerine iyilik yapıldığını anlayarak) belki geri dönerler.”
       63. Onlar, babalarına döndüklerinde: “Ey babamız! Bize artık zahire verilmeyecek. Kardeşimizi (Bünyamin’i) bizimle gönder ki zahire alalım. Onu biz mutlaka koruyacağız” dediler.
       64. (Yakup:) “Daha önce kardeşiniz (Yusuf’u) emanet ettiğim gibi, şimdi de onu mu size emanet edeyim? Allah koruyup gözetici olarak (sizden) elbette daha üstündür. Çünkü O merhamet edenlerin en merhametlisidir” dedi.

       Yani “daha önce Yusuf için de aynı şeyleri söylemiştiniz ama söylediklerinizin tersini yaptınız. Bu şartlarda ben size nasıl güvenebilirim? Ancak tekrar Mısır’a gidip erzak getirmek de gerekiyor. Anlaşılan o ki, siz Bünyamin’i almadan gitmeyeceksiniz. İyisi mi ben oğlumu size değil de Allah’a emanet edeyim. Size olan bu güvensizliğimi dikkate alarak belki aklınızı başınıza devşirirsiniz.”

       65. Yüklerini açıp zahire bedellerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. “Ey babamız! Daha ne isteriz? İşte ödediğimiz bedeller de bize geri verilmiş. Onunla yine ailemize yiyecek getirir, kardeşimizi korur ve bir deve yükü zahire de fazladan alırız. Çünkü bu getirdiğimiz az bir zahiredir” dediler.
       66. Babaları: “Hep birlikte ölüm çemberine düşmeniz ihtimali dışında, onu (Bünyamin’i) kesinlikle geri getireceğinize dair bana Allah adına sağlam bir güvence, bağlayıcı bir söz vermedikçe onu sizinle birlikte göndermem” dedi. Oğullarının istediği güvenceyi vermeleri üzerine (Yakup): “Bu söylediklerimize Allah vekildir” dedi (ve kardeşleri Bünyamin’i onlarla beraber Mısır’a gönderdi).

       Hz. Yakup’un Allah’ı vekil tayin etmesi 64. ayete dayanıyor. Allah’ı şahit tutmak yerine vekil tutuyor. “Ben oğlumu size değil Allah’a emanet ediyorum, size itimadım yok O’na güveniyorum. Zira konuşulanları yerine getirecek olan Allah’tır siz değilsiniz.”

       67. Sonra şöyle dedi: “Ey oğullarım! (Şehre) hepiniz tek bir kapıdan girmeyin; (dikkat çekmeyecek şekilde) her biriniz farklı kapılardan girin. Ben Allah’tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam. Zira hüküm yalnızca Allah’a aittir. Ben yalnız O’na güvendim. Ve tevekkül edenler de yalnızca O’na güvensinler!”

       Hz. Yakup’un oğullarının farklı kapılardan şehre girmesi: dikkat çekmemek ve diğer insanların kıskançlık duygularını tahrik etmemek için olabilir. 5. ayette Hz. Yakup’un oğlu Yusuf’tan rüyasını kıskançlığa yol açar endişesiyle kardeşlerine anlatmamasını istemesi gibi. Hz. Yakup’un 12 oğlu vardı ve bunlar daha sonra farklı kabilelere ayrılarak İsrail oğullarını oluşturmuşlardır. Bilindiği gibi Hz. Yakup’un bir adı da İsrail’dir. İsrail “Abdullah” anlamında “Allah’ın kulu” demektir. Onun için Hz. Yakup’un oğullarına İsrailoğulları denmiştir.

       68. Nihayet (Yusuf’un kardeşleri) babalarının direktifi uyarınca (Mısır’a ayrı ayrı kapılardan) girdiler. (Böylece kendilerine göre önlem almış oldular.) Gerçi bu önlem, Allah’ın onlara ilişkin hiçbir kararını başlarından savacak değildi. Sadece Yakup, içinden gelen bir görev duygusunun gereğini yerine getirmişti. Onun bu meseleye ilişkin, tarafımızdan kendisine öğretilmiş bilgisi vardı. Fakat insanların çoğu (İlahi takdiri) bilmezler.

       Hz. Yakup, gayretin takdire, takdirin ise tedbire mâni olmayacağını ancak tedbirin de takdiri engelleyemeyeceğini biliyordu ama o da görevini yapıyordu. Buradan anlıyoruz ki; ne kendi gayret ve tedbirlerimize güvenerek Allah’a tevekkülü bırakacağız ne de Allah’a tevekkül ederek yan gelip yatacağız. Yani hem çalışacağız hem de tevekkül edeceğiz.

       69. Yusuf’un huzuruna girdiklerinde; o, kardeşi (Bünyamin’) i bağrına bastı ve (gizlice) “Haberin olsun ben senin kardeşinim, artık onların yaptıklarına üzülme!” dedi (ve başına gelenleri anlattı).

       Bu ayet, Hz. Yusuf’un kendini öteki kardeşlerine tanıtmadan önce Bünyamin’e tanıttığını ve ağabeyi olduğunu göstermiş oluyor. “Onların (geçmişte) yaptıklarına üzülme” ifadesi, büyük kardeşlerin vaktiyle Hz. Yusuf’a yaptıkları kötülükleri ima ediyor. Hz. Yusuf’la ilgili yaşanan acıların mutlaka küçük kardeşi Bünyamin’in yanında anlatıldığı ve böylece onun kalbinde diğer ağabeylerine karşı düşmanca tepkilerin oluştuğu varsayımıyla Hz. Yusuf düşmanlıkları bertaraf etmek için kardeşini teselli ediyor.

       70. (Yusuf,) onların yüklerini donatıp hazırlarken, su kabını (gizlice öz) kardeşi (Bünyami)n’in eşyaları arasına yerleştirdi. (Kafile hareket ettikten) sonra bir tellal (çağrıcı) şöyle seslendi: “Ey kafile (durun bakalım! Çünkü) siz hırsız(lık yapmış)sınız!”
       71. (Yusuf’un kardeşleri) onlara dönerek: “Ne kaybettiniz (ne arıyorsunuz)?” dediler.

       Hz. Yusuf’un kardeşleri kendilerinden emin olarak, “durun bakalım hemen bizi suçlamaya kalkmayın, çalındığını düşündüğünüz her ne ise belki kaybolmuştur, önce ne kaybettiğinizi bir bilelim, gerekirse biz de sizinle beraber arayalım” dediler.

       72. Onlar: “Hükümdarın su kabını arıyoruz. Onu getirene bir deve yükü ödül var” dediler. (Bu arada Kralın sözcüsü) “buna ben de kefilim” dedi.
       73. (Yusuf’un kardeşleri) dediler ki: “Allah’a yemin olsun, siz de biliyorsunuz ki biz bu ülkede bozgunculuk yapmaya (hırsızlık etmeye) gelmedik, (biz) hırsız da değiliz.”
       74. Görevliler: “Peki eğer yalan söylüyorsanız, size göre hırsızlığın cezasının ne olduğunu (biliyor musunuz)?” dediler.
       75. Onlar da: “Cezası, su kabı kimin yükünde bulunursa, o kimsenin kendisinin alıkonması onun cezasıdır. Biz haddi aşanları böyle cezalandırırız” dediler.

       Hz. İbrahim’in ve Hz. Yakup’un şeriatına göre suçu sabit olan hırsız yakalandıktan sonra çaldığı mala göre cezalandırılırdı. Eğer çok değerli bir mal değilse belli bir süre mal sahibinin hizmetinde çalıştırılırdı. Eğer çalınan mal çok değerli ise hırsız malını çaldığı kişinin kölesi yapılırdı.

       76. (Bunun üzerine) Yusuf, (öz) kardeşinin yükünden önce (şüphe çekmemek için) diğerlerinin yüklerini (aramaya) başladı ve sonunda onu kardeşinin yükünden bulup çıkardı. İşte biz Yusuf’a (kardeşi Bünyamin’i yanında tutması için) böyle bir plân öğrettik. Yoksa Allah’ın dilemesi dışında kralın hukuk sistemine göre kardeşini alıkoyamazdı. (Biz) dilediğimiz kimseyi (iyi niyetinden ve güzel amellerinden dolayı) yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır. Bkz. 58/11

       Hz. Yusuf, Allah’ın kendisine kurdurduğu bir planla kardeşi Bünyamin’i yanında alıkoymak istemiştir. Ancak o günkü Mısır yasalarına göre öteki kardeşlerin izni olmadıkça hükümdar da olsa Hz. Yusuf’un küçük bir çocuğu tutsak olarak alıkoyması mümkün değildir. Ayrıca babalarına verdikleri sözden dolayı kardeşleri Bünyamin’i bırakmaları da imkânsızdır. Hz. Yusuf’, kardeşlerine kim olduğunu açıklamak konusunda henüz hazır olmadığı için iradesini rahat kullanamamıştır. Aşağıdaki ayetlerde de görüleceği gibi Hz. Yusuf’un iyi niyeti ve Allah’ın öğretisiyle bir aile trajedisine son verilmiştir.

       77. (Yusuf’un kardeşleri) dediler ki: “Eğer o çalmışsa olabilir, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı.” Bunun üzerine Yusuf, onlara belli etmeksizin kendi kendine dedi ki: “Asıl kötü durumda olan sizsiniz. İleri sürdüğünüz iddiaların içyüzünü Allah çok daha iyi bilmektedir.”

       Hz. Yusuf’un kardeşlerinin kendisi hakkındaki hırsız söylemi bir iftira değil, mahiyetini ve hikmetini Allah’ın bildiği ama içyüzünü kardeşlerinin bilemediği bir gerçekti ki bu ayetin son cümlesinde de vurgulanmaktadır. Rivayet edilir ki; Hz. Yusuf’u çok seven halası, büyüyünce onu yanına almak istemişti fakat babası Hz. Yakup buna sıcak bakmamıştı. Hz. Yusuf’un su kabını saklayarak Bünyamin’i alıkoyma örneğinde olduğu gibi Hz. Yakup’tan oğlu Yusuf’u almak için yol arayan halası Hz. İbrahim’den kalma kuşağı yeğeni Yusuf’un beline bağlayarak kuşağın kaybolduğunu söylemişti. Kardeşlerinin Bünyamin için, “daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı” dedikleri, Hz. Yusuf’un başından geçen fakat derinliğini bilmedikleri bu hadiseye dayanarak söyledikleri bir ifadedir.

       78. (Yusuf’un kardeşleri:) “Ey Vezir! Gerçek şu ki, bunun büyük bir yaşlı babası var; onun yerine bizden birisini alıkoy. Görüyoruz ki, sen iyiliksever bir adamsın.”
       79. (Yusuf:) “Biz malımızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını alıkoymaktan Allah’a sığınırız. Çünkü biz öyle yaparsak haksızlık etmiş oluruz.”

       Yukarıdan beri anlatılan kıssada Hz. Yusuf’un çözüm yolu anlatılıyor. Buna Kur’an fıkhında “Alternatif çözüm/çıkış yolu” denir. Harama düşmemek için kurtuluş çaresi olarak değerlendirilen “Alternatif çözüm/çıkış yolu”, farklı zamanlarda değişik sosyal davranışlar gösteren Müslümanları haram işlemekten kurtarmak için, dinin asli ruhundan sapmamak kaydıyla çözümler üretmek demektir. Hz. Yusuf örneğini Hz. Eyüp kıssasında da görmekteyiz. Hz. Eyüp, gittiği yerden gelmek için geciken karısına çok kızıp, iyileştiği zaman yüz değnek vuracağına dair yemin etmişti. Hâlbuki karısı suçsuzdu. Allah, yemininden dolayı günahkâr olmasın diye Hz. Eyüp’e Sâd, 38/44 “Eline bir deste (sap/değnek) al, böylece onunla vur ve yeminini bozma!” buyurarak kolaylık göstermişti. Böylece, hem Hz. Yusuf’a ve hem de Hz. Eyüp’e gösterilen bu yol, “çözüm/çıkış yolu” olarak içtihada dayanak olmuştur.

       80. (Kardeşleri) ondan tamamıyla ümitlerini kesince, kendi aralarında konuşmak üzere bir kenara çekildiler. En büyükleri dedi ki: “Babanızın (Bünyamin için) Allah adına sizden kesin söz aldığını ve daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Artık (yanına gidebilmem için) babam bana izin verinceye veya Allah benim hakkımda hükmedinceye kadar buradan asla ayrılmayacağım. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.”
       81. (Size gelince) siz babanıza dönüp gidin ve ona deyin ki: “Ey babamız! Oğlun hırsızlık yaptı. Biz ancak bildiğimiz şeye şahitlik ediyoruz (kaybolan su kabının onun yükünden çıktığını gördük). (Sana söz verdiğimiz zaman) gaybı (oğlunun hırsızlık yaparak alıkonacağını) bilemezdik.”
       82. “(Bize inanmıyorsan) içinde bulunduğumuz kasaba halkına ve birlikte yolculuk yaptığımız kervancılara sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz.”
       83. Yakup onlara: “Hayır, nefsiniz size bir işi süsleyip hayal gücünüzü artırmıştır. Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Umulur ki Allah, onların hepsini (günün) birinde bana getirecektir. Şüphesiz ki O, (her şeyi) hakkıyla bilendir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.”
       84. Ve (Yakup) onlardan yüzünü başka tarafa çevirerek: “Vah Yusuf’um vah!” diye sızlandı. Gözleri hüzünden ağarmıştı, buna rağmen acısını içine gömüyor, belli etmiyordu.

       Hz. Yakup, peygamber olmasına rağmen çocukları kaybolan anne-baba gibi gamlanarak “vay Yusuf’um vay” diye acı bir iştiyakla oğlunun hasretini dile getiriyordu. Demek insanlar peygamber de olsa ondaki beşerî hisler değişmiyor, yeri ve zamanı gelince depreşerek kendini gösteriyor.

       85. (Babalarının içler acısı durumunu gören oğulları) dediler ki: “Vallahi, sen hâlâ Yusuf’u anıp duruyorsun. Sonunda (bu hasret) seni yiyip bitirecek ve kendini telef edip gideceksin.”
       86. (Yakup) oğullarına dedi ki: “Ben acımı ve ıstırabımı yalnız Allah’a arz ediyorum ve Allah’ın bildirmesi sebebiyle sizin bilmediklerinizi de biliyorum.”
       87. Ey oğullarım! (Şimdi Mısır’a) gidin, Yusuf ile kardeşi hakkında bir haber almaya çalışın ve Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Bilin ki, hakkı inkâr edenlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.”

       “Ümitsizlik” imanla çelişen en kötü hastalıklardan ve en büyük günahlardan bir tanesidir. Zümer, 39/53 ayetinde “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin!” buyruluyor. Hayat her zaman istenildiği gibi gitmez. Sıkıntılarla, acılarla, ıstıraplarla, kederlerle donatılmış bir serüvendir hayat. İnsan ne zaman bir sıkıntıya, bir çıkmaza, bir zorluğa, bir üzüntüye maruz kalsa arkasından Allah mutlaka bir çıkış yolu gösterir. Nitekim İnşirah, 94/5-6 ayetlerinde; “Muhakkak ki her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” buyrulmaktadır. Arka arkaya iki defa tekrarlanan “her zorlukla beraber bir kolaylık vardır” söyleminden de anlıyoruz ki, hayatta zorluklar, sıkıntılar olacak ama bunlar üstesinden gelinemeyecek ve giderilemeyecek şeyler değildir. Ayrıca zorluk ve zahmetin olmadığı, engelin ve yokuşun bulunmadığı bir dünyada insan nasıl kemale ererek cennet nimetlerine varis olacak? Sıradan mesleklere aday olmak için bile bir sürü testten ve birçok badireden geçmek gerekirken; ebedi nimetlere mazhar olmak için dünyaya gelen insan diğer canlılar gibi sadece yaşamını sürdürmekle bu vazifesini yapmış oluyor mu?
       Ayette geçen “ravh” terimi tefsircilerin çoğuna göre “rahmet” sözcüğü ile eş anlamlıdır. Burada da “rahmet” anlamında kullanılmıştır.

       88. Bunun üzerine (hem araştırmak hem de erzak almak için Mısır’a geldiler), Yusuf’un yanına girdiklerinde: “Ey vezir! “Biz ve ailemiz sıkıntıya düştük, (bu sefer) pek az bir sermaye ile geldik. (Sen yine de) zahiremizi tam ölçekle ver ve bize bağışta bulun. Şüphesiz Allah, sadaka verenleri mükâfatlandırır” dediler.
       89. (Yusuf kardeşlerinin bu durumunu görünce dayanamayarak) onlara dedi ki: “Hani cahillik çağınızda Yusuf’a ve kardeşine neler yapmıştınız, hatırlıyor musunuz?”

       İşte Allah’ın Hz. Yusuf’a verdiği söz böylece tecelli etmiş oluyor: “Andolsun ki, gün gelecek sen, onların bu yaptıklarını (senin kim olduğunu) kavrayamayacakları bir anda kendilerine hatırlatacaksın!” (Yusuf 12/15)

       90. “Ne? Yoksa sen Yusuf musun?” diye haykırdılar. “Evet, ben Yusuf’um” dedi. “Ve bu da benim kardeşimdir. Allah bize lütfetti. Gerçek şu ki, kişi Allah’a karşı duyarlı ve bilinçli olmaya çalışır ve güçlüklere göğüs gererse, (bilsin ki,) Allah iyilerin emeklerini boşa çıkarmaz!”
       91. (Kardeşleri) dediler ki: “Allah’a yemin ederiz, Allah gerçekten seni bizden üstün kılmıştır. Biz gerçekten de büyük hata ettik.”
       92. (Yusuf da:) “Bugün size sorgulama ve kınama yoktur. Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir” dedi.
       93. “Şu gömleğimi götürün, onu babamın yüzüne koyun da gözü açılsın. Sonra bütün ailenizle birlikte bana gelin.”

       “Gömleğimi babamın yüzüne koyun” ifadesi “gömleğimi babamın önüne koyun” şeklinde değerlendirilebilir. Çünkü “vech-yüz” terimi klasik Arapçada çoğu zaman mecaz olarak kişinin zatı anlamında kullanılır. Hz. Yakup görme yetisini tamamen mi kaybetmişti, yoksa çok ağlamaya ve strese bağlı olarak görme yeteneği zayıflamış mıydı? Bu konuda kesin bir şey yok. Ancak tefsir otoritelerinin tamamına yakını Hz. Yakup’un gözlerinin kör olduğunu söylerler. Rivayete göre; Oğulları Hz. Yakup’a diğer kardeşleri Bünyamin›in de Mısır›da alıkonduğu haberini verince Hz. Yakup, iyice şoka girer ve Yusuf’tan kaynaklanan acısı yeniden depreşir ve üzüntüden strese dayalı olarak görme yetisini kaybeder.

       94. Kafile (Mısır’dan) henüz ayrılmıştı ki Filistin’de bulunan) babaları (yanında bulunanlara): “Şüpheniz olmasın ki, ben Yusuf’un kokusunu alıyorum. Sakın bana ‘bunak’ demeyin” dedi.

       Şimdi merak edenler olabilir; “Tâ Filistin’den Mısır’daki gömleğin kokusun alan Hz. Yakup, neden yakınında bulunan kuyudaki oğlu Yusuf’u görememişti?” İşte Allah, bir taraftan peygamberlerin de diğer insanlar gibi, kaybolan oğlunun nerede olduğunu bilemeyecek kadar aciz olduğunu gösteriyor, diğer taraftan da ağır bir imtihandan geçirdiği elçisine Mısır’daki gömleğin kokusunu ulaştırıyor.

       95. (Yanındakiler Yâkûb’a:) “Vallahi, sen hâlâ o eski şaşkınlığında (bocalamaya) devam ediyorsun” dediler.
Çünkü onlar, Hz. Yusuf’un hayatta olmadığını ve ölen oğlu için Hz. Yâkûb’un depresyona girdiğini düşünüyorlardı.
       96. (Öncü olarak gönderilen) müjdeci gelip gömleği (Yakup’un) yüzüne koyunca derhal gözleri açılıverdi. (Bunun üzerine Yakup:) “Ben size, Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum dememiş miydim?” dedi.

       Hz. Yâkûb’un; “Ben acımı ve ıstırabımı yalnız Allah’a arz ediyorum ve Allah’ın bildirmesi sebebiyle sizin bilmediklerinizi de biliyorum.” (Yusuf 12/86) söylemi bir mucize olarak gerçekleşmiş oluyor.

       97. (Oğulları) dediler ki: “Ey babamız! Allah’tan suçlarımızın bağışlanmasını dile. Biz, gerçekten suçluyduk.”
       98. “Rabbimden sizi bağışlamasını dileyeceğim; Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” dedi.

       Yakup Peygamber, bağışlanma dileğinde bulunacağını söylese de aslında kalbinin sızlaması ve oğullarına karşı kırgınlığı devam etmektedir. Bu kırgınlık onu oğullarına soğuk ve ilgisiz davranmaya zorlasa da baba şefkati ağır basarak bağışlanmaları için Allah’tan af dileyeceği sözünü veriyor. Ancak bu sözünü hemen yerine getireceğini söylemiyor. Oğullarının gerçekten suçluluk psikolojisiyle hareket edip etmeyeceklerini ve pişmanlığın davranışlarına yansıyıp yansımayacağını görmek istiyor. Nitekim “dileyeceğim” derken uzak gelecek zaman ifade eden “sevfe” edatı kullanıyor. Bu da gösteriyor ki, bağışlanma dileğinde bulunacak ancak bu dileği oğullarının olgunlaşıp olgunlaşmadığını gördükten ve yaramazlıklarını bırakıp bırakmadıklarından emin olduktan sonraya bırakıyor.

       99. Böylece onlar (gelip) Yusuf’un yanına vardıkları zaman, (Yusuf) babasını ve annesini bağrına bastı ve: “Allah’ın izniyle Mısır’a güvenlik içinde girin (yerleşin)” dedi.

       Hz. Yusuf’un davetini alan tüm aile fertleri Mısır’a doğru yola çıkıyorlar. Kervanın geldiği haberini alan Hz. Yusuf Mısır’ın girişinde ailesini karşılıyor.

       100. Babasını ve annesini makamına çıkarıp oturttu. Hepsi onun için (kendilerini ona kavuşturan Allah’a şükür için) secdeye kapandılar. (Yusuf) dedi ki: “Ey babam, işte bu, evvelce gördüğüm rüyanın gerçekleşmesidir. Doğrusu, Rabbim onu doğru çıkardı. Bana iyilik etti. Çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra da O, sizi çölden getirdi. Gerçek şu ki, benim Rabbim, olmasını istediği şeyi aklın ermediği yollarla gerçekleştirir. Çünkü O (her şeyi) hakkıyla bilen, mutlak hüküm sahibidir.

       Hz. Yusuf rüyasında; “on bir yıldızın, güneşin ve ayın kendisi önünde hürmetle eğildiklerini görmüştü” (Yusuf 12/4) bunu babası Hz. Yakup’a hatırlatarak rüyanın gerçekleştiğini söylüyor.

       101. “Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin (rüyaların, olayların) yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette benim yegâne dostum, yardımcım sensin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni dürüst ve erdemli insanların arasına kat!”
       102. İşte (Ey Muhammed!) Sana böylece vahyettiklerimiz senin önceden bilmediğin haberlerdendir. Yapacak oldukları işe karar verdikleri ve tuzaklarını kurdukları zaman sen Yusuf’un kardeşlerinin yanında değildin.
       103. Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu (hakikate) inanmayacaklardır.
       104. Hâlbuki sen buna (tebliğ vazifesini yapmaya) karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun. Bu (Kur’an) âlemler için ancak bir öğüttür. Bkz. 3/7

       Kur’an bütün insanlık için bir öğüttür. “Bu (Kur’an) senin ve halkın için bir öğüttür.” (Zuhruf 43/44) Bir şeyin öğüt/nasihat olması için anlaşılması lazım. Anlaşılmayan bir şeyin öğüt olması düşünülemez. Müslümanlar her şeyden önce Kur’an’ı anlamalı, kendi dillerine çevirerek toplumlarına mesajın içeriğini ulaştırmalı. Tarihi eser gibi onun metinlerini, yapraklarını, hattını ve estetiğini koruma altına almakla yetinmemeli; öğretilerini, hükümlerini bozmadan ve asıl amacından saptırmadan muhafaza etmeli ve hayata geçirmelidir. Günümüzde Kur’an, Müslümanların elinde dokunulmazlığı olan kutsal tarihi bir esere dönüştürülmüştür. Müslümanlar Kur’an’ı hayata geçirmeleri gerekirken, onu ilahi bir muska, Kâbe gibi mukaddes bir değer, abdestsiz sayfalarına dahi tutulamayan, mesajlarından faydalanılamayan mucize bir kitap, yaşayanlar için değil de ölenler için bir rahmet kaynağı, kıraat edenler ve hat sanatını geliştirenler için sanat ve bilim yapıtı olarak görüyorlar. Bu da onu gerçek amacının dışına taşıyor. Kur’an’a yapılabilecek en büyük saygısızlık onun amacının dışında kullanılmasıdır.

       105. Göklerde ve yerde (iman etmek için) nice ibret içerikli deliller/kanıtlar vardır ki, yanlarından geçtikleri halde onları umursamazlar.
       106. Ve onların çoğu, başka varlıklara da tanrısal nitelikler yükleyerek Allah’a inanırlar (imanlarına şirk karıştırırlar). Bkz.2/165

       Allah’ın varlığını sezme, algılama yatkınlığı insanda yaratılıştan var olan fıtrî bir hususiyettir. Sonradan, şer dürtülerin itmesiyle oluşan arızî duygular Allah’la insanın arasını açar ve insan araya bir takım canlı cansız varlıklar sokar. Ve bunları da Allah’a ulaşmak adına yapar. Allah’a katıksız iman, tevhid inancının temelini oluşturmaktadır.    Allah’ın bir ve her şeye egemen olduğuna inanmak yetmiyor. O’na şirksiz ve katıksız iman gerekiyor. O’nun birliğine ve büyüklüğüne gölge düşürecek başka varlıkları araya sokmak ve onlara tanrısal nitelikler yakıştırmak da şirkin farklı bir versiyonudur. Bir kısım Mekkeli müşrikler de Allah’ın birliğine inanıyorlardı ama melekler Allah’ın kızlarıdır diyerek O’na şirk koşuyorlardı. Allah’a ulaşmak için putları aracı kılarak Tevhid inancıyla çelişen tavırlar sergiliyorlardı. Bir insan Allah’la kendi arasına birisini ya da herhangi bir şeyi koyuyorsa ve buna da Allah’a nispet edilebilecek nitelikler yüklüyorsa o kişi, imanına şirk bulaştırıyor demektir. Kur’an imanlarına şirki bulaştırarak kendilerine zulmedenleri şiddetle uyarıyor.

       107. Yoksa onlar, Allah tarafından kuşatıcı bir felaketin gelmesi ya da farkında olmadıkları bir sırada kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini güvende mi görüyorlar? Bkz. 7/97-99
       108. (Ey Resul!) De ki: “İşte benim yolum budur. Ben Allah’a (O’nun dinine) çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah’ı (ortaklardan ve her türlü noksanlıktan) tenzih ederim! Ve ben (Allah’a) ortak koşanlardan değilim.”
       109. Senden önce de memleketler halkından kendilerine vahyettiğimiz birtakım adamları (resul) olarak gönderdik. Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin akıbetinin ne olduğuna bakmıyorlar mı? Ahiret yurdu, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanlar için elbette çok daha hayırlıdır. Artık aklınızı kullanmayacak mısınız? Bkz. 16/43 ve dipnotu, 21/7
       110. Nihayet, o resuller neredeyse büsbütün ümitlerini kaybettikleri ve yalancılıkla damgalandıklarını gördükleri bir sırada onlara yardımımız geldi de böylece dilediğimiz kimseler (davete uydukları için) kurtuluşa erdirildi. Suçlu, günahkârlar topluluğundan zorlu azabımız kesin olarak geri çevrilmeyecektir.
       111. Andolsun ki, (bu anlattığımız) elçilerin hayat hikâyelerinde aklını işletenler için çıkarılacak bir (hayli) ders vardır. (Bu Kur’an insan tarafından) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden önceki (İlahi kitapların asıllarını) doğrulayan, her şeyi açıklayan (bir kitaptır) ve inanacak bir toplum için de bir yol gösterici ve bir rahmettir.