14 – İbrahim

       İbrahim suresi 52 ayet olup Mekke döneminde inmiştir. 35-41. ayetlerde Hz. İbrahim ve ailesinden bahsedildiği için sureye “İbrahim” adı verilmiştir.
       Diğer birçok surede olduğu gibi İbrahim suresi de Allah’a iman, peygamberlere iman, öldükten sonra dirilme ve sorgulanma ele alınmaktadır. Surede; vahyin, insanların karanlıklardan aydınlığa çıkarılması için indirildiği, peygamberlerin görevleri, her peygamberin kendi diliyle gönderilmesi, inkârcıların durumu, Hz. Mûsâ’nın hayat hikâyesinden bazı kesitler, peygamberlere karşı çıkanların âkibetleri, Allah’a güvenme ve itaat etmenin önemi, inkârcıların dünyadaki çalışmaları, ahirette inkârcıların durumu ve müminlere verilen mükâfat, Hz. İbrahim’in duası, herkesin yaptığının karşılığını alacak olması, Kur’an’ın insanlığa gönderilmiş bir mesaj oluşu gibi konulara da temas edilmiştir.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
       1. Elif Lâm Râ. Bu (Kur’an) öyle bir kitaptır ki, onu sana, Rablerinin izniyle bütün insanlığı karanlıklardan aydınlığa, O yüceler yücesinin, O her övgüye layık olan (Allah)ın yoluna çıkarasın diye indirdik. Bkz.2/2, 257, 3/103, 6/15 ve dipnotu, 10/57, 57/9.

       Elif-Lam-Ra harfleriyle ilgili 2/1 dipnotuna bakabilirsiniz.
       Kur’an, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarması hasebiyle bir nurdur. Karanlıkları ifade eden “zulumat” kelimesinin çoğul olması zulmün, küfrün ve küfre götüren yolların çokluğuna, aydınlığı ifade eden “nur” sözcüğünün tekil olması hakkın ve aydınlığın, hakka ve aydınlığa giden yolun tekliğine yani sadece Allah’ın yolu olduğuna delalet eder.

       2. O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa (hepsi) O’nundur. Şiddetli azaba uğrayacak olan inkârcıların vay haline!
       3. Onlar, dünya hayatını ahirete tercih ederler. (Başkalarını) Allah yolundan çevirip onu eğri ve çelişkili göstermeye çalışırlar. İşte onlar derin bir sapıklık içindedirler.
       4. Biz, her resulü kendi milletinin diliyle gönderdik ki onlara (Allah’ın buyruklarını) iyice anlatsın. Allah, (sapmayı) dileyeni sapıklık içinde bırakır, (doğru yolda kalmayı) dileyeni de doğru yola iletir. O, mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Bkz. 7/158

       “Biz, her resulü kendi milletinin diliyle gönderdik” demek, her peygamberi kendisiyle aynı dili konuşan topluma gönderdik ve kitaplarını da aynı dilde indirdik demektir. Bu da gösteriyor ki; her toplum kitabını kendi diliyle almış ve ibadetlerini de kendi diliyle yapmıştır. Dili farklı olan bir kitabın muhatabına mesajını ulaştırması nasıl ki istenilen neticeyi veremezse, bilinmeyen bir dille ibadet etmek de arzu edilen bereketi sağlamaz. İbadetin feyizli olması için ya ibadetin dili öğrenilecek ya da konuşulan dilde ibadet edilecek.

       5. Andolsun ki, Musa’yı da: “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (sıkıntılı ve huzurlu) günlerini hatırlat.” diye ayetlerimizle göndermiştik. Elbette bu (gibi hatırlatmaların yapılması)nda çok sabreden ve çok şükreden herkes için (alınacak) dersler vardır.

       Eski Arap geleneğinde “günler” deyimi genelde önemli tarihi olayları işaret için kullanılırdı. Ayette geçen “Allah’ın günleri” ifadesi geçmişte kalan sıkıntılı ya da huzurlu günlere atıfta bulunarak onları hatırlatmak için kullanılmış olabilir. Mümkündür ki bu ifade, Allah’a isyan eden, zulmü, haksızlığı, adaletsizliği, zorbalığı ve hakka karşı direnmeyi alışkanlık haline getiren toplumların helakini anlatmış olacağı gibi, bir sonraki ayette de görüleceği gibi, zulmü adet haline getiren Firavun ve avanesinin elinden Musa Peygamberin gelmesiyle kurtulan ve böylece Allah’ın lütuf ve ihsanıyla bolca nimete kavuşan İsrailoğullarının refah dolu günlerini de anımsatmış olabilir.

       6. Hani, Musa (da) halkına (bu doğrultuda) şöyle demişti: “Allah’ın size bahşettiği nimetini hatırlayın! O sizi Firavun yönetiminin elinden kurtarmıştı. (Onlar ki) size dayanılmaz acılar çektiriyor; oğullarınızı boğazlayıp, kadınlarınızı/kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir sınav vardır.”

       Hz. Yusuf, zamanındaki ikinci Firavun Reyyan b. Velid’di. Reyyan, Yusuf peygamberin davetiyle Müslüman olmuştu. Reyyan’ın ölümünden sonra yerine Kâbus b. Mus’ab gelmişti. İnkârcı ve zorba olan Kâbus, hayırlı kadın olan Asiye ile evlenmişti. Kâbus ölünce, yerine, kardeşi Velid b. Mus’ab geçti ve ölen kardeşinin zevcesi Asiye ile evlendi. Velid, kardeşi Kâbus’tan daha Zorba, daha inkârcı ve daha azgındı. Mısır Firavunlarının en uzun ömürlüsü, en acımasızı ve en zalimi olan Velid, İsrailoğullarını köle ve hizmetçi olarak çalıştırıyor ve onlara olmadık zulümler yaparak hayatlarını zindan ediyordu. Musa peygamberin doğumunun yaklaştığı sıralarda İsrailoğulları’ndan doğan erkek çocukları öldürüyor, kızları sağ bırakıyordu. Hz. Musa büyüyüp peygamber olunca Allah’ın yardımıyla İsrailoğullarını Firavun belasından kurtarıyor.

       7. Hatırlayın ki, Rabbiniz size şöyle buyurmuştu: “Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artırırım, eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”

       Allah, artırma vaadini şükretme şartına bağlıyor. Bu demektir ki şükretmeyenin nimeti artmaz, görünürde artmış gibi dursa da gerçekte artmaz. Nimetin en büyük şükrü, o nimeti vereni bilmekle ve ona layık olmakla olur. “Şükür” nimete sahip olduktan sonra sadece kuru bir teşekkür ifadesiyle olmaz. “Her nimetin şükrü kendi cinsindendir.” Akıl bir nimettir, şükrü işletilerek akıllıca işler yapmaktır. Servet bir nimettir, şükrü infaktır, yardımlaşmadır, paylaşmadır. Bilgi nimettir, şükrü öğretmektir, aydınlatmaktır, bilgin toplum yetiştirmektir. Konuşmak bir nimettir, şükrü iyiyi ve doğruyu tavsiye etmek, kötülükleri anlatmaktır.

       8. Musa (şöyle) dedi: “Siz ve yeryüzünde olanların tamamı, topyekûn inkâr etseniz (sadece kendinize zarar vermiş olursunuz). Çünkü Allah’ın hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, (O,) her türlü övgüye lâyıktır.
       9. Daha önce yaşamış olan Nuh, Ad ve Semud kavimlerine, ayrıca bunlardan sonra gelen ve haklarında Allah’tan başka hiç kimsenin bir şey bilmediği toplumlara ilişkin bilgi size ulaşmadı mı? Resulleri, bu toplumlara açık belgelerle geldiler. Fakat onlar (öfkeyle ve hayretle) ellerini ağızlarına götürüp: “Biz, sizinle gönderilen talimatları kesinlikle kabul etmiyoruz. Çünkü bize yaptığınız davetin mahiyetinden derin bir kuşku içindeyiz” dediler.
       10. Resulleri (onlara) dedi ki: “Gökleri ve yeri yaratan Allah(‘ın yasaları, adaleti, kudreti) hakkında şüphe mi ediyorsunuz? (Hâlbuki) O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi (helâk olmaktan kurtarıp) belli bir zamana kadar yaşatmak için (imana) çağırıyor.” Onlar da: “Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize (Allah’ın elçileri olduğunuza dair) apaçık bir delil getirin” dediler.
Bkz. 11/3

       Kur’an’da anlatılan peygamberlerin hayat hikâyelerinde en çok karşılaştığımız ifade; “atalar dini” dir. İnsanlar atalarından devraldıkları gelenek haline dönüşmüş, kalıplaşmış dini araştırmadan, sorgulamadan ve akıl yürütmeden kabul etmişler, Allah’a ve elçilerine karşı gelmek pahasına da olsa bu dinlerinden kopamamışlar, alışılmış tarihi düşünce kalıplarıyla kendi inandıkları dışındaki tutum ve anlayışları reddetmişlerdir. “Onlara: “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Resul'(ün size tebliğ ettiği şeyler)e gelin” denildiği zaman (onlar): “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyler bize yeter” derler.” (Mâide 5/104)

       11. Resulleri onlara dedi ki: “(Evet) biz de sizin gibi sadece birer insanız. Fakat Allah (peygamberlik) nimetini kullarından dilediğine lütfeder. Allah’ın izni olmadan (elçiliğimiz hakkında) bizim size bir mucize getirmemize imkân yoktur. İnananlar ancak Allah’a güvenirler.”

       Mucizeler, doğrudan Allah’ın fiilleridir. Peygamberler, ellerinde olmadığı için, istedikleri zaman mucize gösteremezler. Mucize, bir irşad ve tebliğ aracı olmadığı gibi, toplumun ıslahı için uygulanan bir yöntem de değildir. Sadece peygamberliğin kanıtlanması için Allah tarafından geçici olarak lütfedilen bir olaydır. Peygamberlik de seçimle kazanılan ya da çalışarak, eğitim görerek, ticaret yaparak elde edilen bir meslek değildir. Ayetin ikinci cümlesinde de belirtildiği gibi peygamberlik Allah’ın iradesiyle takdir edilen bir vazifedir. Allah bu vazifeyi istediği toplumdan arzu ettiği kişiye verir. Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki; peygamberin akrabası olmak, onunla aynı dili konuşmak ya da aynı bölgede yaşamak, aynı soydan gelmek kimseye bir imtiyaz ve itibar kazandırmaz. İtibarlar, terakkiler peygamberlerin getirdiği ilahî buyruklara gösterilen bağlılıkla yani yolundan giderek, iyi ve faydalı eylemlerle kazanılır.

       12. “(Allah,) yollarımızı bize dosdoğru göstermişken, biz ne diye O’na güvenmeyelim? Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette katlanacağız. Allah’a güven bağlamış olanlar sonuna kadar yalnız O’na güvenmeye devam etmelidirler.”

       İnkârcıların çıkarlarından dolayı “atalar dini” demekten başka bir fikri ve bu dini yaşamaktan başka bir mefkûresi olmayınca kendilerini Allah’ın dinine davet edenlere zulmetmeye başlıyorlar. Ama Hakka hizmeti ilke edinen erdemli insanlar Allah’a güvenerek inandıklarından taviz vermeden tebliğlerine devam ediyorlar.

       13-14. İnkârcılar, resullerine; “Andolsun ki ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız ya da bizim dinimize (yaşam biçimimize) döneceksiniz” dediler. Rableri de resullere şöyle vahyetti: “Biz zalimleri mutlaka yok edeceğiz. Ve onlardan sonra o yere sizi yerleştireceğiz. Bu (söz, hesap vermek üzere) benim huzuruma (günahkâr olarak) çıkmaktan çekinen ve benim azabımdan sakınan kimseler içindir.”
       15. (O Resuller, düşmanlarına karşı Allah’tan) yardım istediler ve sonunda (Allah’ın yardımıyla) her inatçı zorba hüsrana uğrayarak yok olup gitti.
       16. (Bu hüsranın) ardından bir de cehennem vardır ki, orada (onlara) kanlı ve irinli su içirilecek.
       17. Onu zorla yutmaya çalışacak fakat boğazından geçiremeyecek ve her taraftan ona ölüm gelecek fakat yine de ölmeyecektir. Ve arkasından (her defasında daha da şiddetlenen) dehşet verici bir azap gelecek!
       18. Rablerini inkâr edenlerin (ve bu küfrü zulümle besleyenlerin) amelleri fırtınalı bir günde şiddetli rüzgârda savrulan küle benzer, yaptıklarından hiçbir şey elde edemezler. İşte koyu bir sapıklığın içinde olmak budur.

       Onların yaptıkları rüzgârın savurduğu kül gibidir. Küller nasıl ki rüzgârın esmesiyle savrulup gidiyorsa onlar da yok olup gidecektir. Çünkü yaptıkları her şey sadece dünya içindir. Dünya ile sınırlı çalışmalar yok olup gidecek olan dünya ile beraber yok olmaya mahkûmdur. İnkârcıların yaptıkları da sadece bir oyun ve eğlenceden ibaret olan dünya ile sınırlı olduğu için kül kadar değersiz, sevap terazisine konamayacak kadar kıymetsiz, rüzgarla savrulacak kadar zayıf ve geçici işlerdir.

       19-20. Allah’ın gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattığını görmüyor musun? Dilerse sizi giderir, (yerinize) yeni bir topluluk getirir. Ve bu Allah için zor da değildir. Bkz. 5/54, 6/89
       21. (Mahşer günü) tüm insanlar Allah’ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler, büyüklük taslayanlara: “Şüphesiz biz size uymuştuk. Şimdi siz, Allah’ın bize vereceği azabın herhangi bir bölümünü başımızdan savabilecek misiniz?” diyecekler. Onlar da diyecekler ki: “Eğer Allah bizi doğru yola iletseydi, biz de sizi doğru yola erdirirdik. Şimdi sızlansak da katlansak da değişen bir şey olmayacak. Çünkü kaçıp sığınabileceğimiz bir yer yoktur.”

       Yani sizin güçlü ve varlıklı olduğunuzu görünce; “mutlaka bildikleri bir şey var ki yaşam biçimlerini böyle oluşturuyorlar” düşünmüştük ve sizleri örnek almıştık. Meğer sizin gittiğiniz yol da yaşadığınız hayat tarzı da doğru değilmiş. “Yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar.” (En’am 6/116) Demek insanların keyfiyetine ve sayısal olarak çokluğuna bakarak etkilenmemek gerekir. Allah’ın ne istediğine ve bizim için nasıl bir hayat tarzı ortaya koyduğuna bakıp ona göre yaşamak gerekir. Gerekirse İbrahim peygamber gibi tek başına olsa bile…

       22. (Hesap görülüp) iş bitirilince şeytan (cehennem ehline) diyecek ki: “Şüphesiz Allah, gerçek olan (ahireti, dünyada iken) size vaad etmişti. Ben de size (ahiretin olmadığını) vaad etmiştim. Söz verdim ama (gördüğünüz gibi) yalancı çıktım. Aslında benim sizi zorlayacak bir gücüm de yoktu. Ben sizi sadece (isyana ve inkâra) çağırdım, (işinize geldiği için) siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Aslında, beni Allah’a ortak tutmanızı (Allah’a inandığınız halde bana kulluk etmenizi) onaylamış da değildim (bu konuda beni bile geçtiniz). Hiç kuşkusuz zalimlere pek de acıklı bir azap vardır.
Bkz. 4/120, 59/16

       Şeytanın cehennem ehline karşı; “Aslında benim size karşı bir gücüm yoktu” demesi, insan iradesinin şeytani dürtüler karşısında daha güçlü olduğunu gösterir. Nitekim “Şüphesiz ki şeytanın tuzağı ve hilesi zayıftır,” (Nisa 4/22) buyrulmuştur. Evet şeytanın hilesi ve tuzağı vardır ama insanın da buna direnecek gücü ve iradesi bulunmaktadır ve insan öyle güçlüdür ki şeytanın tuzağı bu gücün karşısında zayıf kalmaktadır.

       23. İnandıktan sonra doğru ve yararlı işler yapanlar, içinde devamlı kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştirileceklerdir. Orada birbirleriyle karşılaştıklarında iyi dilek temennileri ise “selam” olacaktır.
       24. Baksana; Allah, nasıl bir benzetme yapıyor? Güzel bir söz, kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir.

       Ayetin ilk cümlesi; “Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı.” şeklinde tercüme edilmesi gerekirken; konuşma diline daha uygun düştüğü için yukarıdaki gibi tercüme edilmiştir. Nitekim mealden kasıt ayette Allah’ın maksadını en güzel şekilde anlamaktır.
       Vahyin güzel üslubuyla ortaya konan “Güzel sözün güzel ağaca benzetilmesi”, ahlaki anlamda mükemmel bir misaldir. Güzel sözün meyvesi güzel eylem, güzel ağacın ürünü de faydalı meyvedir. İnanan insan, Allah’a verdiği; “Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz” güzel sözüne uymalı ve bu sözü “Bize doğru yolda hidayet et” tamamlamasıyla bütünleştirmeli. Gittiği yolda Kur’an’ı rehber, Hz. Peygamberi model olarak görmeli ve bütün davranışlarını Allah’ın istediği istikamette tanzim etmelidir. Zira mü’minler bireysel ve toplumsal hayatlarını ancak Kur’an’ın ortaya koyduğu emir ve prensiplere dayalı bir çerçeve içinde verimli ve faydalı hale getirebilirler.

       25. (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah, öğüt almaları için insanlara böyle benzetmeler yapar.
       26. (Küfür ifade eden) kötü bir sözün durumu da kökü toprağın üzerine çıkarılmış, ayakta durma imkânı olmayan ağacın durumu gibidir.

       Allah’ın verdiği nimetlerden alabildiğine faydalanan insanın O’na karşı inkâr ve isyan içerikli ifadelerde bulunması nihai etkisi bakımından insanı inkâra götürebilmektedir. Bu durumda olan insanlar ne kadar güzel ve faydalı işlerle uğraştıklarını zannetseler de Allah’la olan dikey ilişkilerini kesecek derecede isyan ve başkaldırı içerikli söylemlerde bulundukları için onları bu duruma düşüren çirkin sözleri ayakta duramayan dayanıksız ağaca benzetilmiştir ki, böyle bir ağaç ancak ateşe odun olur.

       27. Allah, inananların durumunu dosdoğru bir sözle hem dünya hayatında hem de ahirette (dimdik ayakta kalmalarını) sağlar. Allah (inkârcı) zalimleri de (kötü niyetleri ve eylemleri yüzünden) sapıklık içinde bırakır ve Allah dilediğini yapar.

       Burada “dosdoğru söz” den kastedilen Kur’an’dır. Kur’an Allah’ın kelâmıdır, Cebrail vasıtasıyla elçisine gönderdiği ve insanların nasıl yaşaması gerektiğini anlatan bir sözdür. “Muhakkak bu Kur’an (Allah katında) kerim olan bir elçinin (Cebrail’in) getirdiği sözdür.” (Tekvir 81/19) “O, bir şair sözü değildir.” (Hakka 69/41) İnsanların hem dünya hayatında hem de ahirette ayakta kalmaları bu doğru sözün anlaşılmasına ve hayata geçirilmesine bağlıdır. İnsanı gaflet uykusundan uyandıracak, aklını başına devşirecek, vicdanını harekete geçirecek ve bu sayede ona erdemli bir kişilik kazandıracak olan Kur’an’dır. Bu kelâm/söz sayesinde insan yaratılış safiyetine dönecek ve fıtratıyla örtüşen bir hayat yaşayacaktır.

       28-29. Allah’ın nimetine nankörlükle karşılık verenleri ve kavimlerini de yıkım ve azap yurduna (cehenneme) sürükleyenleri görmedin mi? Onlar cehenneme gireceklerdir. Orası, ne kötü bir karargâhtır.
       30. (Onlar insanları) Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koştular. De ki: “(dünyada istediğiniz gibi) yaşayın! Çünkü varacağınız yer ateştir.”

       İnsanları, Allah’ın kendisine has olan özelliklerini bir kısım insanlara yakıştırarak, Allah’ın dışında otoriteler kabul ederek onlar üzerinden saptırdılar. Eski zamanlarda insanlar putlar yaparak Allah’a eş koşarlardı. Onun için putperestler “put” bulmakta bayağı zorlanırdı. Çünkü pişmiş topraktan ya da kaliteli taştan yapılacak heykeller için yetenekli ustalar gerekiyordu. Ama günümüzde artık putların yerini insanlar aldığı için böyle bir problem yok! Çünkü insanlar tapmak için kendi aralarından bir zavallı çıkarıyorlar ve onu kutsamaya başlıyorlar, o da kısa zamanda “Put”a dönüşüyor. Ya da makama, şöhrete, paraya taparak onları putlaştırıyorlar. Anlayacağınız, eskiye göre putperestlik kolaylaşmıştır! Onun için putperestlerin sayısı her geçen gün artmaktadır.

       31. (Ve) inananlara söyle: Hiçbir pazarlığın, dostluğun, arkadaşlığın olmayacağı o gün gelip çatmadan önce, namaza devamlı ve duyarlı olsunlar, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli açık versinler.

       Ahiret yurdunda dostluk, arkadaşlık, akrabalık kimseye bir fayda sağlayamayacak; hiçbir şeyin pazarlığı da yapılamayacaktır. İnfitar, 82/19 “O gün kimse kimseye hiçbir fayda sağlayamayacaktır” Necm, 53/39 “İnsan için ancak kendi çalıştığı vardır”, Bakara, 2/254 “İçinde hiçbir alışverişin, dostluğun ve iltimasın bulunmadığı bir gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın” ayetleriyle de insanın tamamen dünyada yaşadıklarıyla baş başa kalacağı ve ahretteki hayatının dünyada yaşadıklarına göre şekilleneceği vurgulanmaktadır.

       32-33. Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten yağmur indiren ve onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkaran, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri hizmetinize veren, nehirleri de (yararlanmanız için) akıtandır. Devamlı olarak yörüngelerinde seyreden güneşi ve ayı sizin emrinize veren, geceyi ve gündüzü de sizin yararınıza sunandır.
       34. O size kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini sayacak olursanız, onları saymakla bitiremezsiniz. (Buna rağmen) kuşkusuz insan çok zalim ve çok nankördür.

       35. Bir zamanlar İbrahim demişti ki: “Rabbim, bu beldeyi güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan koru.” Bkz. 2/126, 3/96-97, 29/67

       Hz. İbrahim’in “güvenli kıl” diye hakkında dua ettiği yer Mekke’dir. Allah Hz. İbrahim’in duasını kabul etmiş ve Mekke’yi her bakımdan güvenli bir belde kılmıştır. “Kâbe’yi insanların sevap kazanmaları için bir toplanma ve güvenlik yeri kıldık.” (Bakara 2/125) “Oraya giren emniyette olur.” (A. İmran 3/97) Yukarı Mezopotamya’da Urfa’da doğan Hz. İbrahim kendisine peygamberlik verildikten sonra ilk iş olarak putlara savaş açtı. Kral Nemrut tarafından ateşe atılan ve fakat Allah’ın korumasıyla ateşten kurtulan Hz. İbrahim kardeşi Harân’ın oğlu (yeğeni) Lût’u ve ailesini de yanına alarak Mısır’a gitti. Bir süre Mısır’da kalan Hz. İbrahim daha sonra Filistin’e yerleşti. Karısı Sare’nin çocuğu olmadığı için cariyesi olan Hacer’le evlendi. Hacer’den İsmail dünyaya geldi. Daha sonra Sare’den de İshak adını verdiği ikinci oğlu oldu. Hz. İbrahim, aile içinde yaşanan anlaşmazlıklar yüzünden oğlu İsmail’i de yanına alarak Mekke yöresine yerleşti. İşte bu ayetler Hz. İbrahim’in Mekke’ye yerleştikten sonraki hayat hikâyesini anlatmaktadır.

       36. “Rabbim, çünkü onlar (tapınma nesneleri ve müşrikler) insanlardan birçoğunu baştan çıkardılar. Artık bundan böyle kim bana uyarsa o bendendir, kim bana karşı gelirse (o da senin merhametine kalmıştır). Şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhamet edensin.”
       37. “Ey Rabbimiz! Gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Harem’inin (Kâbe’nin) yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim/bıraktım. Rabbimiz! Namazı ikame etsinler diye (böyle yaptım). Sen de insanlardan bazılarının kalplerini onlara meylettir (yanlarına varıp Kâbe’yi ziyaret etsinler) ve onlara verimli, bereketli rızıklar bahşet ki şükretsinler.”

       İnsanların gönüllerinin onlara doğru yöneltilmesini dileyen Hz. İbrahim’in, duasının kabulü hac ve umre ibadetleriyle gerçekleşmiştir. İnsanlar, hac ve umre münasebetiyle Mekke’yi ziyaret ederek oranın sakinlerinin bu kutsal ama çorak beldede geçinmelerini kolaylaştıracak yönde yardımcı olmaktadır. Her yıl milyonlarca Müslümanın ibadet ve ziyaret maksadıyla “inanç turizmi” adı altında kutsal topraklara gitmesi ve orada uzun zaman kalarak harcamalar yapması ekonomilerinin güçlenmesi hem de refah seviyelerinin yükselmesi bakımından o bölge insanı için çok önemlidir.

       38. “Rabbimiz! Doğrusu sen, gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da bilirsin. Zaten yerde ve gökte hiçbir şey Allah’tan gizli kalmaz. Bkz. 20/7, 25/6
       39. “Bana yaşlılığımda İsmail ile İshak’ı bağışlayan Allah’a hamdolsun. Şüphesiz ki Rabbim (bütün yakarışları, bütün) duaları işiten (ve kabul eden)dir.”
       40. “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan (gelenleri) de namazı ikame edenlerden eyle! Ey Rabbimiz! Duamı kabul eyle!”

       “Namazı ikame edenlerden kıl.” Yani “şirkten arınmış, tevhidi bir bilinçle sana yönelen ve seninle irtibatını koparmayan kimselerden eyle.” Bu ayetten de anlıyoruz ki; tevhidi bir şuurla Allah’a yönelmenin adı olan namaz, bütün toplumlarda farklı usullerle ikame ediliyordu. Ancak namazın bizden önceki toplumlarda nasıl eda edildiği konusunda kesin ve detaylı bir bilgiye sahip değiliz. Kur’an da namazın nasıl eda edileceği konusunda detay vermemiş, Hz. Peygamberin icra şekli tevatür yoluyla bize intikal etmiştir.

       41. “Ey Rabbimiz! Amellerin hesaplanacağı gün beni, anamı, babamı ve müminleri bağışla!”
       42. (Ey Resul!) Sakın Allah’ı, zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! O sadece, onlarla hesaplaşmayı, korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.
       43. (O gün onlar) havaya dikilmiş başları ve hiçbir tarafa bakamayan gözleri ile gönülleri bomboş bir şekilde (umutsuzca çağrıldıkları tarafa doğru) koşarlar.
       44. (Bunun içindir ki,) insanları, kendilerine azabın geleceği gün konusunda uyar! O gün, zulmedenler: “Ey Rabbimiz! Bize yakın bir zamana kadar izin ver ki senin çağrına icabet edelim, resullere uyup arkalarından gidelim” diyecekler. (Onlara şöyle denilecek:) “Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine dair yemin etmemiş miydiniz?”
       45. (Oysa) siz daha önce (Âd ve Semûd kavimleri gibi) kendilerine zulmetmiş olanların yurtlarında yaşadınız, onlara ne yaptığımızı açıkça öğrendiniz, size bu konuda çeşitli örnekler de verdik (ama siz aklınızı işletmediniz).

       Kendilerinden önce yaşamış ve fakat kendilerini kötü duruma düşürmüş Âd ve Semûd kavimlerinin zalimlerinin yaşadığı felâketler hatırlatılarak onların durumundan ders çıkarmaları isteniyor. Aynı durum bugün için de geçerlidir. Dünyanın geldiği noktada eski Karun ve Firavun toplumlarındaki zulümlerin, isyanların, karşı çıkmaların, Allah’a meydan okumaların benzeri daha katmerli bir şekilde uygulanmaktadır. Başta kirletmek ve bozmak yoluyla doğaya yapılan ihanetle, hayvanların yaşam haklarının ellerinden alınarak dünyanın dengesini bozmakla ve insan fıtratıyla çelişen davranışlar sergilemekle, şirkle, inkârla, isyanla, yaratılışın gayesini unutmakla, Allah’ın hayata müdahalesine karşı çıkmakla Allah’a meydan okumak her geçen gün artarak devam ediyor. Toplum ve kişi haklarına tecavüz ediliyor, özgürlükler alabildiğine kısıtlanıyor, haksızlık ve adaletsizlik her geçen gün artıyor, zalim keyifle zulmünü devam ettiriyor, mazluma sahip çıkmak yerine zalim alkışlanıyor. Ezilen, sömürülen ve hakları çiğnenen mazlum ve çaresiz kimseler sahip çıkılmayı beklerken birileri çıkarları için dünyayı ateşe vermeye çalışıyor. Devlet otoritelerinin fertlere ve toplumlara yaptıkları zulümler, haksızlıklar, işkenceler kimseyi ilgilendirmiyor. Sorumlu yaratılan insan sorumsuzluğu ilke edinmiş, sadece kendi egosunu tatmin için çırpınıyor. Dünya nüfusunun büyük bir kesiminin açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşaması kimsenin dikkatini çekmiyor. Toplumlarda her türlü fuhşiyatın, cinsel sömürünün, sapık ilişkilerin yaygınlaşmasını dünya hayretle ve taktirle seyrediyor. Toplumsal çözülmenin ve yozlaşmanın önüne geçmek için namus, iffet ve ahlak gibi yüce değerleri güçlendirmek uğruna sorumluluk alanların önleri kesiliyor, hayat hakları ellerinden alınıyor. Bu da gösteriyor ki; insanoğlu aklını başına devşirmez ve bu gidişattan rahatsızlık duyarak sorumluluk almazsa geçmiş milletlerin başına gelen felaketlere hazır olmalıdır.

       46. Gerçekten onlar (İslam’a karşı) tuzaklar kurdular. Oysa onların tuzakları dağları yerlerinden oynatacak nitelikte de olsa, Allah’ın denetimi altındadır (O’nun iznine tabidir).

       İnkâra şartlanmış olanların İslam’a karşı ortaya koyacakları hile ve entrikalar ne kadar güçlü olursa olsun, velev ki dağları yerinden oynatacak kadar kurgulanmış güçlü ve kuvvetli olsun Allah izin vermedikten sonra onların kimseye bir zarar vermesi düşünülemez. Zira inkârcılar, kemiyet ve keyfiyet bakımından çok güçlü de olsa, o gücün kullanılmasında ortaya konacak olan irade tamamıyla Allah’ın elindedir.

       47. (O halde) asla Allah’ın, resullerine verdiği sözden cayacağını sanma! Şüphesiz Allah, mutlak galiptir, intikam sahibidir (hakkı teslim edendir).
       48. O gün, yer başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür ve (insanlar) her şeyin üzerinde yegâne hâkim olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.

       Göklerin ve yerin değişmesi, bilinen evrenin yeniden değişikliğe uğramasından kaynaklanacak. Ahiret âlemi dediğimiz başka bir evren kurulacak. Oranın kendine has arzı ve kendine özel gökleri olacak. İşte o zaman bütün insanlar o âlemin fertleri olarak yeniden hayata gelecek ve dünyadaki durumlarına göre sınıflara ayrılarak cennete ya da cehenneme sevk edilecekler.

       49-50. O gün, suçluların zincirlerle birbirine bağlanmış olduğunu göreceksin. Onların giysileri katrandan olacak ve yüzlerini ateş bürüyecektir.
       51. (Bütün bunlar) Allah’ın, herkese yaptığının karşılığını verecek olmasındandır. Şüphe yok ki Allah hesabı çok çabuk görendir.
       52. Bu (Kur’an) tüm insanlara yönelik bir çağrıdır/tebliğdir. Artık (zalimler) onunla uyarılsın, herkes Allah’ın tek olduğunu öğrensin, aklı ve vicdanı temiz olan kimseler onun ibret derslerinden öğüt alsın!