15 – Hicr

       Hicr suresi Mekke döneminde inmiş olup 99 ayettir. Sure adını 80. ayette geçen “Hicr” kelimesinden almıştır. Hicr Medine’nin kuzeyinde, vaktiyle Semûd kavminin yaşadığı bir bölgenin adıdır.
       Sûrede; Mahşer gününde inkârcıların neden “Müslüman olmadık” diye vahlanacağı, Kur’an’ın her türlü tahrifattan korunacağı, her ümmet için bir ecel belirlendiği ve bunun asla değişmeyeceği, Hz. Peygambere iftira atanların çabalarının karşılık bulmayacağı, peygamberlere iftira edenlerin kötü akıbetlere uğradığı, cinlerin ve şeytanların Allah’ın koruması altında bulunduğu için göklerin ötesinden vahiy getirmeye güç yetiremeyecekleri, Allah’ın tabiat olayları üzerindeki kudreti ve her şeyi belli bir ölçü ile yaratması, gökyüzünün burçlarla süslendiği, ilk insanın yaratılışı ve meleklerin onun önünde saygı ile eğilmesi, şeytanın ilk defa Allah’a karşı gelmesi, bazı peygamberlerin hayat hikâyeleri, Hicr toplumunun peygamberleri inkâr etmeleri yüzünden helâk edildiği ve kendilerini korumak için dağ yamaçlarında kayaları oyarak yaptıkları evlerin kendilerini kurtarmaya yetmediği anlatılır.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
       1. Elif, Lâm, Râ. Bu (okuna)nlar Kitap’ın ve (her şeyi) açıklayan ve apaçık olan Kuran’ın ayetleridir.

       “Elif-Lâm-Râ harfleriyle ilgili 2/1 dipnotuna bakabilirsiniz.

       2. (Kıyamet günü) inkârcılar, keşke (dünya hayatındayken) Müslüman olsaydık diyecekler.
       3. (Şimdi) kendi hallerine bırak onları, yesinler, geçici hazlarla avunsunlar, ihtiraslarıyla oyalansınlar; nasıl olsa günü gelince (neyin doğru, neyin yanlış olduğunu) öğrenecekler (ama iş işten geçmiş olacak). Bkz. 77/46
       4. Biz, hiçbir memleketi/toplumu, (önceden) bütünüyle bilinip anlaşılan ilahi bir kelama (ilahi yasalara) muhatap etmeden helak etmedik.

       Buradan anlıyoruz ki; Allah’ın elçi göndermediği toplumlar zulüm, haksızlık, adaletsizlik gibi vicdana ve fıtrata aykırılıklar dışında kalan dini emir ve ibadetlerden sorumlu tutulmaz. Bir topluma resul gönderilmemişse o topluma elçi gerekmiyor ve o toplum genel anlamda helâki hak edecek zulüm işlemiyor demektir. Eğer bir toplum da helâk edilmişse o topluma mutlaka elçi gelmiş ve o toplumun geneli kötülüğü ve zulmü kalıcı hale getirmiş demektir. Bu ayetteki gerçeğe; “…Biz, peygamber göndermedikçe hiç kimseye azap etmeyiz.” (İsra 17/15) “Biz, hiçbir memleketi uyarıcılar göndermedikçe helâk etmedik. Bu, bir hatırlatmadır. Biz zalim değiliz.” (Şuara 26/208) gibi farklı formlarla da vurgu yapılmıştır.

       5. Hiçbir ümmet kendisi için (Allah tarafından) belirlenmiş ecelinin ne önüne geçebilir ne de ondan geri kalabilir.
       6-7. (Müşrikler) dediler ki: “Ey kendisine Kur’an inen kimse, sen kesinlikle delisin! Eğer doğru sözlü isen bize melekleri getirsene!”
       8. Oysa biz melekleri ancak bir hak (ve hikmet gereği) indiririz, o zaman da onlara mühlet verilmez (gerekli azaba çarpılırlar).
       9. Bu Kur’an’ı gerçekten biz indirdik ve onu koruyacak olan da biziz. Bkz. 2/23

       Kur’an’ın zamana ve şartlara bağlı olarak tedrici bir şekilde nüzulü, kalplere ve kafalara oturması ve inananların imanını güçlendirmesi (Enfal, 8/2) bakımından büyük önem arz etmektedir. Hz. Muhammed’in karşıtları, Kur’an’ın bir defada değil de parça parça inmesinden dolayı ilahi kaynaklı olmayacağını ileri sürmüşlerdi (Furkan, 25/32). Kur’an’ın Allah tarafından korunacak olması; Kur’an metninin tahrifattan, ilave ve kısaltmalardan uzak tutulacağı anlamına gelmektedir. Yani Allah, imanlarıyla iradelerini güçlendireceği mü’min kullarının samimi gayretleriyle Kitabını hayata yayacak ve onu tahrif edilmekten koruyacaktır.

       10. (Ey Resul!) Andolsun ki, senden önceki topluluklara da elçiler gönderdik.
       11. Onlara hiçbir peygamber gelmedi ki, onunla alay etmesinler.
       12. Böylece biz, (mesajımızdan yana bu alaycı tutumu) o günaha gömülüp gitmiş olan kimselerin kalplerine sokarız.

       Yani kitabın doğru olduğunu kalpleriyle bilirler ama buna çıkar ve menfaatlerine ters gelmesinden dolayı bir türlü kendilerini inandırmak istemezler ve bu gerçeği dile getiremezler. Çünkü onların zulümleri, isyanları, kasıtlı ve alaylı tavırları yüzünden Allah onların kalplerini mühürlemiştir.

       13. (Böylece) geçmiş ümmetlerin başlarına gelen felaketler ibret teşkil ettiği halde onlar yine de inanmazlar.
       14-15. Hatta o inkârcılara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar yine: “Gözlerimiz hayal görüyor, herhalde birileri (bize) sihir yaptı” derler.
       16-17. Andolsun ki, biz gökyüzüne burçlar (yıldız kümeleri) serpiştirdik ve onları (ibret nazarıyla) bakanlar için süsledik. Biz onları kovulmuş her şeytandan koruduk (oraya yaklaşamazlar). Bkz. 25/61, 26/212, 37/8-10, 85/1

       Ayette sözü edilen burçların astroloji burçlarıyla, hele o burçlara izafe edilen esrarengiz güçlerle bir alakası yoktur. Kur’an, kâhinlik, medyumluk, falcılık türünden şeyleri bütünüyle reddeder ve onları şeytan işi olarak görür. Allah’ın gökleri her türlü şer güce karşı koruma altına aldığını, yıldızlar ve galaksilerle muhteşem bir düzen kurduğunu dile getiren ifade, müneccimlik yoluyla bir takım gizli güçleri elinde tuttuğunu iddia eden kimselerin insanın algı ve tasavvur alanının dışındaki konular hakkında bilgi edinmelerinin imkânsız olduğunu vurgulamaktadır.

       18. Ancak (göğün sırlarını çalmak için) dinleme hırsızlığına yeltenen biri olursa onu (akıp yakan) parlak ışıklı bir alev kovalar. Bkz. 37/5-10, 67/5

       Bu ayet; şeytani dürtülerle gaybın bilgilerini devşirme iddiasına kalkışarak gelecekle ilgili bilgiler vermeye kalkan kâhinleri, büyücüleri, medyumları, falcıları, cinlerle bağlantı içinde olduklarını iddia edenleri yalanlamaktadır. Aynı zamanda da Kur’an’ın hiçbir cin veya şeytan müdahalesine maruz kalmadan, asıl şekliyle insanlığa ulaştırıldığını anlatmaktadır.
       “Parlak ışıklı alev” konusunda farklı yorumlar yapılmıştır. Bunların göktaşlarından ya da kayan yıldızlardan oluşabileceği veya görünmeyen ışınlar olabileceği ihtimal dahilindedir.

       19. Yeryüzünü yayıp üzerine yerinden oynatılmaz dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitirdik.
       20. Ve yine orada hem sizin için hem de rızkı size bağlı olmayan öteki bütün canlılar için geçim imkânları yarattık.
       21. Evrende kaynağı yanımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Ve biz her şeyi belirli bir ölçüye göre indiririz.
       22. Biz (bitki ve bulutlar için) rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik, gökten su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz.

       “Rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik” ifadesi, rüzgârın bitkiler üzerinde hem tozlaşmada büyük rol oynadığını hem de onların erkek tohumlarını dişi tohumlarının üzerine kondurmak suretiyle aşılanmasında büyük etken olduğunu ortaya koymaktadır. Ayetin son cümlesinde kaynak sularını oluşturan ilahi kanuna işaret ediliyor. Yağmurla inen suyun yüzeye yakın havuzlarda depolandığı, asitli ve zararlı maddelerden arıtılarak canlıların istifadesine sunulduğu anlatılıyor.

       23. Ve muhakkak ki, hayatı bahşeden de ölüme hükmeden de biziz. (Fani olan her şey göçüp gittikten sonra) her şeyin sahibi olarak kalacak olan yine biziz!
       24. Andolsun ki, biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da.

       “Sizden önce dünyaya gelip gidenleri, ne kadar ve nerede yaşadıklarını da biliriz, sizden sonra gelecek olanları nerede ve ne kadar yaşayacaklarını da biliriz.”
       
       25. Hiç kuşkusuz senin Rabbin, onları (diriltip) mahşerde bir araya getirecektir. Gerçekten O, hüküm ve hikmet sahibidir ve (her şeyi) hakkıyla bilendir.

       26. Andolsun ki, biz (ilk) insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık.
       27. Cinleri de daha önce dumansız ateşten yaratmıştık.
       28-29. Hani Rabbin, meleklere (şöyle demişti:) “Ben kuru çamurdan, şekillenmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Ona belirli bir biçim verip de ruhumdan üflediğim zaman onun önünde secdeye kapanın!” Bkz. 2/34 ve dipnotu, 7/11, 17/61, 18/50, 20/116, 38/76
       30-31. Bunun üzerine İblis hariç bütün melekler secdeye kapandılar. O ise kibirlenip, secde edenler arasında yer almadı.
       32. (Allah:) “Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmamandaki maksadın nedir?” diye sordu.
       33. İblis dedi ki: “Benim, kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattığın bir varlığın önünde saygı ile eğilmem bana yakışık almaz.”
       34. (Allah) şöyle buyurdu: “Öyle ise oradan çık, git! Artık kovuldun!
       35. Ve bil ki, hesap gününe kadar lanetim üzerinde olacak!”
       36. İblis: “Ey Rabbim, o halde insanların tekrar dirilecekleri güne kadar bana yaşama süresi tanı” dedi.
       37-38. (Allah) buyurdu ki: “Öyleyse, sen vakti (yalnızca benim tarafımdan) bilinen (kıyamet) gün (ün)e kadar mühlet verilenlerdensin.”
       39. (İblis) dedi ki: “Ey Rabbim! (Yaptığım saygısızlık yüzünden) beni azdırmana karşılık, Andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim ve onların hepsini azdıracağım.
       40. Ancak içlerinden (sana yürekten bağlanan) kulların hariç,
       41. (Allah) şöyle buyurdu: “(Bu bahsettiğin samimi kullarımın izlediği yol var ya,) işte dosdoğru yol budur.”
       42. (Bilesin ki) sana uyan azgınlar dışında, kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin olmayacaktır.”
       43. “Ve (senin peşinden gidecek olanların) hepsinin varacağı yer, kesinlikle cehennem olacaktır!”
       44. O (cehennem)in yedi kapısı/tabakası vardır. Onlardan her bir tabakasında da o (şeytana uyanlardan günahlarına göre) yerleştirilmiş gruplar vardır.
       45. Şüphesiz Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayan kimseler, cennetler içinde ve pınarlar başındadır.
       46. O (cennete ehil ola)nlara: “Esenlikle ve güven içinde oraya giriniz” denecektir.
       47. Biz, onların gönüllerindeki kini söküp atmışızdır. Onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar. Bkz. 7/43

       Dünyada birbirine incinmiş olan mü’minlerin kalplerindeki “kin” çıkarılır ve kardeş olarak birlikte cennette yaşamaları sağlanır. Ayrıca kalplerdeki kinin sökülüp atılması, karşılıklı helalleşmenin sağlanmasında da büyük katkı sağlar ve üzerinde kul hakkı bulunan kişi bu yolla affedilebilir. Tabii ki bu yorum kul hakkı konusunda bizi rahatlatmamalı. Nihayetinde Hak, Hak sahibini ve en nihayetinde sahibimiz olan Rabbimizi bağlar. Biz sadece Allah’ın affına sığınarak O’nun rahmetinin zenginliğinden istifade etmenin yollarını arıyoruz. Bu konuda tek yetkili Allah’tır.

       48. Onlar orada bıkkınlık hissetmezler, oradan çıkarılmaları da söz konusu değildir.
       49. (Ey Resul!) Kullarıma, benim çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici olduğumu haber ver.
       50. (Bununla beraber kullarıma) azabımın da çok acıklı bir azap olduğunu bildir.
       51. Onlara İbrahim’in misafirlerinden de haber ver.
       52. Hani, onun yanına geldiklerinde: “Sana selam olsun!” dediler de o da onlara: “Biz sizden korkuyoruz!” diye cevap verdi.
       53. “Korkma! Biz sana, bilgin bir erkek evlat müjdeliyoruz!” dediler.
       54. İbrahim: “Bana yaşlılık gelip çatmış iken beni mi müjdeliyorsunuz? O halde neye dayanarak müjde veriyorsunuz?” dedi.
       55. “Sana bu müjdeyi gerçeğe dayanarak veriyoruz, sakın umutsuzlardan olma!” dediler.
       56. (İbrahim) dedi ki: “Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?”
       57. (İbrahim onların melek olduğunu anlayınca:) “Ey Elçiler! Göreviniz nedir?” diye sordu.
       58. Onlar: “Biz, suçlu bir topluluğu cezalandırmak için gönderildik;
       59. Yalnız Lût’un ailesi müstesna; onların hepsini kurtaracağız.
       60. Ama karısını değil. Zira eşinin (yaptıkları yüzünden) suçlularla beraber kalmasını gerekli gördük” dediler.

       Hz. Lût’un karısının suçlularla beraber kalması tamamen yaptıkları yüzündendir. Tahrim 66/10. ayetinde “Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı. Derken onlara hainlik ettiler de kocaları, Allah’ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı” buyrularak Hz. Lût’un karısının suçlularla beraber neden kalması gerektiğini anlatmaktadır.

       61-62. Nihâyet elçiler Lût ailesine geldiğinde, (Lût onlara:) “Doğrusu siz (buralarda pek) tanınmamış kimselersiniz.” dedi.
       63. (Onlar da) dediler ki: “Evet, biz sana (kavminin) şüphe etmekte olduğu azabı getirdik.
       64. Ve sana (gerçekleşmesi kaçınılmaz olan) hakkı getirdik. Kuşku yok ki, biz doğruyu söylüyoruz.
       65. Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından git. Sizden hiç kimse arkasına bakmasın. Emrolunduğunuz yere (doğru) gidin.” Bkz. 11/78-81 ve dipnotu.
       66. Ona şu durumu kesin olarak bildirdik: “Sabaha çıkarken onların kökü kesilmiş olacaktır.”
       67. Bu arada, (Sodom) şehrinin (sapık) halkı (misafirlere zarar vermek için) sevinerek (Lut’un evine) geldiler.
       68. (Lut şöyle) seslendi: “Bakın, bunlar benim konuklarımdır, sakın beni utandırmayın!
       69. Allah’a karşı gelmekten sakının, beni rezil etmeyin!” dedi.
       70. Onlar: “Biz seni insanlarla ilgilenmekten men etmemiş miydik” dediler.
       71. (Lût:) “Eğer bir şey yapacaksanız, işte size kızlarım (onlarla sizi nikâhlayayım)!” dedi. Bkz. 11/78 ve dipnotu, 26/165-166
       72. (Ey Resul!) Hayatın hakkı için doğrusu onlar (şehvetten) gözleri dönmüş hâlde, sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı.
       73. Ve derken güneşin doğuşu sırasında, onları korkunç bir ses yakalayıverdi.
       74. Ve bir anda (yaşadıkları yerin) üstünü altına getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.
       75. Şüphesiz, bütün bunlarda, (kavrama kabiliyeti olan) düşünceli kimseler için alınacak nice dersler vardır.
       76. Bu (beldenin yıkıntıları) hâlâ (herkesin çok rahat görebileceği) işlek olan bir yol üzerindedir.

       Ayette sözü edilen “işlek olan yol”, Kuzeydoğusunda Sodom ve Medyen bulunan Ölü Deniz’in kıyısını izleyerek kuzeye, Suriye’ye doğru uzanan Kuzey Hicaz’daki bir yoldur.

       77. Şüphesiz bunda inananlar için bir ibret vardır.
       78. (Şuayb’ın kavmi olan) Eyke halkı da doğrusu, ıslah olmaz zalim kimselerdi.

       Hz. Şuayb’ın gönderildiği Medyen halkı ormanlık bölgede yaşadıklarından onlara Eyke halkı denmiştir. “Eyke” sözlük olarak ormanlık alan demektir. Medyen, Filistin ile Hicaz arasında, Kızıldeniz sahiline yakın bir yerdir.

       79. Onlardan intikam aldık (Sodom ve Eyke halklarına hak ettikleri cezayı verdik). Bu her ikisi de (Lût kavminin yaşadığı Sodom ile Şuayip kavminin yaşadığı Eyke herkesin görebileceği uğrak) apaçık bir yol üzerindedir.
       80. Andolsun ki (benzer biçimde Salih’in gönderildiği Semud kavmi olan), Hicr halkı da (bizim) gönderdiğimiz (peygamberleri) yalanlamışlardı.
       81. Halbuki biz onlara ayetlerimizi (mucizelerimizi) vermiştik de (onlar) yine de yüz çevirmişlerdi.
       82. (Onlar tehlikelere karşı kendilerini korumak için) dağları oyup güya güvenli köşkler yapıyorlardı.
       83. Onları da sabaha girerlerken, (yaptıkları yüzünden) korkunç bir gürültü yakalayıverdi.
       84. Yaptıkları şeylerin (oydukları köşklerin) onlara hiçbir faydası olmadı.
       85. Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri, gerçek bir gaye ve hikmetle yarattık. Kıyamet günü mutlaka gelecektir. O halde onların küstahlıklarını soylu bir umursamazlıkla karşıla!
       86. Şüphe yok ki Rabbin, her şeyi yaratandır ve her şeyi bilendir.
       87. Gerçekten sana sürekli tekrarlanan yedi ayeti ve yüce Kur’an’ı verdik.

       “Seb’ul Mesânî” ifadesi, “yedi” anlamına gelen “seb’” kelimesiyle “katlanmak, tekrarlanmak, takviye edilmek, iki katını almak…” anlamındaki “mesnâ” kelimesinin çoğulu olan “mesâni” den oluşmuştur. Ağırlıklı olarak tercih edilen görüş, bu ifadenin Fatiha suresini işaret ettiği yönündedir. Ancak âyetin bütünlüğünde değerlendirirsek “Seb’i Mesânî (yedi defa tekrarlanan)” ifadesi ile Fâtiha suresi kastedilmiş olsaydı, bu ayette “seb-i mesâni”nin Kur’an’ın önünde değil, arkasında gelmesi gerekirdi. Zira Fâtiha Kur’an’ın sadece bir bölümüdür, bölüm bütünün önünde değil, arkasında olur.
       Bu ifadeden; Hz. Peygambere, Kur’an’la birlikte verilmiş, şahsı ile ilgili, kendisini başarıya götüren nimetler kastedilmiş olabilir. “Sana seb’ül mesânî’yi ve Kur’an-ı indirdik” demiyor, “verdik” diyor. Bundan da anlaşılıyor ki; “(Ey Peygamber!) Biz, sana Kevser’i (iyilik, bereket, mutluluk, güzellik gibi bol nimet) verdik.” (Kevser 108/1) âyetinde olduğu gibi Kur’an’ın dışında Hz. Peygambere bazı özel nimetler verilmiştir. Bunların ne olduğuyla alakalı olarak “Hurufi Mukattaa” da olduğu gibi kesin bir şey söylemek doğru olmaz.
       Ayrıca belirtmek gerekir ki; Kur’an incelendiğinde diğer bazı sayılarda olduğu gibi yedi sayısının da farklı bir konumda olduğu göze çarpmaktadır. Örneğin; yedi kat sema (Bakara 2/29), yedi gün oruç (Bakara 2/196), yedi başak (Bakara 2/261), yedi zayıf inek yedi semiz inek (Yusuf 12/43), yedi yeşil başak yedi kuru başak (Yusuf 12/43), yedi sene ekin ekip biçmek (Yusuf 12/47), yedi yıl kıtlık ve yedi yıl bolluk (Yusuf 12/48), cehennemin yedi kapısı/tabakası (Hicr 15/44), yedi yol (Müminun 23/17), yedi deniz ((Lokman 31/27), yedi kat gökle yedi yer (Talak 65/12), fırtınanın yedi gece devamı (Hakka 69/7) sapasağlam yedi gök (Nebe 78/12). Yedi rakamı bunların bazılarında bilgi amacıyla verilmiş olsa da bazılarında mübalağa için kullanıldığı görülmektedir. Dolayısıyla bu ayette Hz. Peygambere Kur’an’la birlikte verilen her ne ise onun büyüklüğü, güzelliği, bereketi ve etkisi hatırlatılarak moral ve motivasyon desteği verilmektedir.

       88. İnkârcılardan bazılarına verdiğimiz (dünyalık) zenginliklere gözün kalmasın! Ve (inanmıyorlar diye) onlar için üzülme! İnananlara kol kanat ger (onlara karşı mütevazı ol, kendilerini himayene al).
       89. “Gerçekten ben, apaçık bir uyarıcıyım” de!
       90. Nitekim kendi kitaplarını parçalara ayıran (bir kısmını geçerli bir kısmını geçersiz sayan Yahudi ve Hristiyan)lara indirdiğimiz gibi (vahyi sana biz indirdik)!
       91. Onlar ki, (bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr ederek) Kur’an’ın ayetleri arasında da ayırım gözettiler.
       92. Rabbin hakkı için, onların tümünü muhakkak sorguya çekeceğiz.
       93. Onları yaptıkları işlerden sorumlu tutacağız.
       94. Artık sen, sana emredilen şeyi açıkla ve müşriklerden yüz çevir (onlara itibar etme)!
       95. (Seninle ve sana vahyedilenlerle) alay edenlere karşı biz sana yeteriz.
       96. Onlar ki, Allah’la beraber başka tanrısal güçlerin de varlığını benimsiyorlar. (Gerçeğin ne olduğunu) yakında bilecekler.
       97. Söyledikleri (karalayıcı) şeylerden ötürü kalbinin daraldığını kuşkusuz biz biliyoruz. Bkz. 18/6, 26/3
       98. Şimdi sen Rabbinin yüceliğini, sınırsız kudret ve kemalini övgüyle an ve sadece O’na secde edenlerden ol!
       99. Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et!