21 – Enbiya

       Enbiya Suresi Mekke döneminde inmiş olup 112 ayettir. “Enbiya” peygamberler demektir. Surede bazı peygamberlerden ve onların kavimlerinden bahsedildiği için sureye “Enbiya” adı verilmiştir.
       Sûrede insanlar için hesap verme vaktinin yaklaştığı halde gaflet içinde hâlâ gerçeğe yüz çevirdikleri vurgulanıyor. Rablerinden kendilerine ne zaman bir öğüt gelse onu alaya alan müşriklerin kendi aralarında yaptıkları gizli konuşmalarda Hz. Peygamberin bir şair, Kur’an’ın da onun uydurması olduğunu söyledikleri haber veriliyor. Sûrede Hz. Muhammed’in diğer peygamberler gibi bir beşer olduğu ve ona ait mucizenin maddî değil aklî, ilmî ve evrensel olduğu, gök, yer ve ikisi arasındaki varlıkların bir oyun ve eğlence olsun diye yaratılmadığı, hak-bâtıl mücadelesinde zalimlerin daima yenilgiye uğradığı ve uğrayacağı anlatılıyor. Önceki vahiylerden haberdar olan kimselerin Kur’an’ı inkâr edişlerinin yadırgandığı sûrede Hz. İbrahim’in tevhid mücadelesine ve onun ateşe atıldığı halde ilâhî bir himayenin sonucu olarak yanmadığına, Hz. Lût, İshak, Yakup, Nuh, Davud, Süleyman, Eyüp, İsmail, İdris, Zülkifl, Zünnûn (Yunus), Zekeriya ve Yahya’nın hayat hikâyelerine temas ediliyor. Bütün toplumların tek bir ümmet olduğuna, bütün nebilere gelen dinin de tek olduğuna ve insanların inanç birliğinden ayrılarak çeşitli gruplara ayrıldığına ama sonunda hepsinin Allah’ın huzuruna birlikte çıkarılacağına vurgu yapılır. Sûrenin sonlarına doğru tevhid inancı pekiştiriliyor, iyilerle kötülerin âkibetleri tasvir ediliyor, kötülükleri yüzünden helâk olmalarına hükmedilenlerin kurtuluşlarının mümkün olmadığı ve yeryüzüne daima iyilerin vâris olacağı ilkesi hatırlatılır. Hz. Muhammed’in Rabbimizin rahmetinin bir vesilesi olarak âlemlere gönderilmiş bir elçi olduğu, mü’minlerin cehennemin hışıltısını dahi duymayacağı ve canlarının istediği nimetler içinde cennette ebedi olarak kalacakları anlatılıyor.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
       1. İnsanlar için hesap görme vakti yaklaştığı halde onlar hâlâ gaflet içinde gerçeğe yüz çeviriyorlar.

       Ayette geçen “hesap görme vakti” sadece hesap vermeyi anlatmıyor, aynı zamanda hesabın arkasından gelecek olan acıyı da anımsatıyor. İnsanın dünyadaki hesabıyla ahiretteki hesabı çok farklıdır. Dünyada haksızlık yapanların bir gün aynı haksızlıkları yaşayacakları cari bir sünnettir. Tarihe bakıldığı zaman bu sünnetin işlediği çok açık bir şekilde görülmektedir. Hesabın ahiret boyutu ise çok daha farklıdır. Bu konuda Allah’ın rahmetinin hangi yönde tecelli edeceğini bizim bilmemiz mümkün değildir. Ancak bildiğimiz bir şey var ki, o da dünyaya kıyasla ahiretteki hesabın çok daha ağır olacağıdır.

       2. Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir öğüt (ve ihtar) gelse, onlar bunu alaya alarak dinlerler.
       3. Zulme sapanlar, kalpleri gaflette ve oyalanmada olduğu halde (aralarında) gizlice şöyle fısıldaşırlar: “Bu (Muhammed), sadece sizin gibi bir insan değil mi? Öyleyse, göz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?” Bkz. 17/47, 41/26
       4. (Resul onlara) dedi ki: “Rabbim gökte ve yerde konuşulan her sözü bilir. O, (her şeyi) hakkıyla işitendir, (her şeyi) hakkıyla bilendir.”
       5. Onlar dediler ki: “Hayır, Muhammed’in söyledikleri karmakarışık düşlerdir, bu sözler onun uydurmasıdır. Hayır, o bir şairdir. Öyle değilse bize daha önceki resullerin gösterdiklerine benzer bir mucize göstersin.”
       6. (Ey Resul!) Onlardan önce (yaptıkları yüzünden) helâk ettiğimiz hiçbir memleket halkı iman etmedi de şimdi bunlar mı iman edecek?
       7. Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz birtakım adamları/erkekleri resul olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorun! Bkz. 12/109, 16/43 ve dipnotu.
       8. Biz, onları yemek yemeyen cesetler olarak yaratmadık. Onlar (dünyada) ebedi kalıcı da (ölümsüz de) değillerdi.
       9. Sonra onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik. Hem kendilerini hem de dilediğimiz kimseleri kurtardık. (Hakka karşı direnmede) haddi aşanları ise helâk ettik.
       10. Andolsun ki, biz, içinde (ihtiyaç duyduğunuz ilahi öğretileri barındıran), size şeref ve itibar kazandıran bir kitap indirdik. Hâlâ aklınızı kullan(arak ondan yararlan)mayacak mısınız?
       11. Biz, zulmeden nice toplumları/medeniyetleri (yaptıkları yüzünden) kırıp geçirdik ve onlardan sonra da başka toplumlar meydana getirdik.

       Yani siz Allah için vazgeçilmez değilsiniz, yeryüzünde kargaşa çıkarıyorsunuz ve dünyayı yaşanmaz hale getiriyorsunuz diye sizi bir anda yok edebilir. “Dilerse (yaptıklarınız yüzünden) sizi yok eder ve sizi başka bir toplumun soyundan yarattığı gibi sizden sonra da yerinize dilediği bir toplumu yaratır. (En’am 6/133) Bu ayetle Nahl 16/61 ve Fatır 35/45 âyetlerini karşılaştırmalıyız: “Eğer Allah, insanları (bu dünyada) yaptıkları kötülüklerden dolayı hemen cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler…” Burada ki “belirli bir süreye kadar erteler” ifadesi, “onlara uyarıcılar gönderir, vahiy indirir, bu yolla yaptıklarının yanlış olduğunu, bu yanlışa devam ettikleri sürece başlarına büyük bir felaketin geleceğini anlatır, ondan sonra da onları yok eder” demektir.

       12. Onlar, azabımızın gelip çattığını fark ettiklerinde oralardan uzaklaşıp kaçıyorlardı.
       13. (Onlara:) “Kaçmayın, o içinde şımartıldığınız bolluğa ve yurtlarınıza dönün. Çünkü siz sorguya çekileceksiniz” (denildi).
       14. (Kurtulamayacaklarını anlayınca onlar da:) “Yazıklar olsun bize! Biz gerçekten kendimize zulmetmişiz” dediler.

       Bu âyetler, Allah’ın gazaba uğrattığı toplumların psikolojik durumunu sembolize etmektedir. Bu toplumların kimliğini, yaşadıkları yeri ve tarihi bilmek gerekmiyor. Ayrıca illa da böyle bir toplumun olması da gerekmiyor. Zira Kur’an bir hidayet mesajıdır. İnsanları hidayete götüren enstrümanların mutlaka yaşanmış olması da gerekmiyor. Kur’an’ın metafor, teşbih, istiare gibi farklı anlatım şekilleri de vardır.

       15. Onların bu feryatları, biz onları biçilmiş ekin, sönmüş bir ateş (kül) haline getirinceye kadar devam etti.
       16. Biz göğü, yeri ve ikisi arasındaki varlıkları bir oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. Bkz. 38/27, 44/38

       Yani gök, yer ve her ikisi arasındaki varlıklar gayesiz ve anlamsız yaratılmamıştır. Yunus, 10/5. ayetinde “Yaratılanların hiçbirini Allah bir anlam ve gayeden yoksun yaratmamıştır” buyruluyor. Buradaki oyun ve eğlenceyi Enam, 6/32 ve Ankebût, 29/64 ayetlerindeki oyun ve eğlence ile karıştırmamak lazım. Bu ayetlerde dünya hayatının bir eğlence ve oyun olarak anlatılması, onun ehemmiyetsiz olduğu anlamına gelmez. Her iki ayette de sonraki cümleler ahiret hayatının daha hayırlı ve ehemmiyetli olduğunu anlatıyor. Yani “ahiret hayatının yanında dünya hayatı sadece bir oyalanmadır” demek isteniyor.

       17. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi katımızda edinirdik. Ne var ki biz bunu yapmadık. Bkz. 30/8, 38/27, 44/39
       18. Hayır, Biz Hakkı batılın üzerine fırlatırız da onu paramparça eder (Hak-batıl mücadelesinde batılın işi biter); bir de bakarsın ki batıl yok oluvermiştir. (Allah’a) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size (ey müşrikler)!

       Burada Haktan kastedilen, mutlak doğruluk demek olan Kur’an ve Kur’an’daki ilahi öğretiler ve evrensel temel insani ilkeleri, bâtılla kastedilen ise, kötülük ve eğrilik temeline dayalı olan tüm şeytani düşünceler ve eylemlerdir.

       19. Göklerde ve yerde kim varsa O’na aittir. Ve O’nun katındakiler, O’na ibadet etmekten (O’nun verdiği vazifeyi icra etmekten) ne büyüklüğe kapılırlar ne de yorulurlar.
       20. Hiç ara vermeksizin gece gündüz O’nu tesbih ederler (O’nun verdiği vazifeyi icra ederler).
       21. Yoksa onlar, yerden birtakım ilahlar edindiler de onlar mı (ölüleri) diriltecek?
       22. Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle göklerin ve yerin düzeni bozulurdu. İşte bunun içindir ki, O mutlak hükümranlık tahtının Efendisi, O sınırsız yücelik ve kudret sahibi olan Allah, onların niteleme ve tasvir yoluyla kendisine yakıştırdığı her şeyden uzaktır, her şeyden yücedir. Bkz.23/91

       Küçücük devletler bile iki adamla yönetilemezken varlık âlemi nasıl birkaç ilahla yönetilebilir? Arı kovanının bile tek anası varken, âlemin birkaç ilahı olabilir mi?

       23. (Allah,) yaptıklarından sorumlu tutulmaz (O’na kimse hesap soramaz), oysa onlar (yaptıkları yüzünden) sorguya çekilirler. Bkz. 15/92, 23/88
       24. (Bu gerçeğe rağmen) onlar yine de düzmece tanrılar mı ediniyorlar? Onlara de ki: “Bu konudaki delilinizi ortaya koyun! Bu kitap, gerek benimle birlikteki inananlara yönelik direktifleri ve gerekse benden önceki resullere ilişkin bilgileri içeriyor.” Hayır, onların çoğu gerçeğin ne olduğunu bilmeksizin ona sırt çeviriyorlar.
       25. Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona: “Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse bana kulluk edin!” diye vahyetmiş olmayalım. Bkz. 16/36, 43/45
       26. (Onlar ise:) “Rahman (olan Allah) evlat edindi” dediler. Hâşâ, O bundan uzaktır. Onların evlat dedikleri, Allah’ın şerefli kullarıdır.
       27. Onlar, O’ndan önce (Allah kendilerine konuşma hakkı vermeden) söz söylemezler ve hep O’nun emriyle iş görürler.

       Mekkeli müşrikler meleklerin Allah’ın kızları olduğunu düşünüyorlardı, Yahudiler Hz. Üzeyir’in, Hıristiyanlar ise Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu iddia ediyorlardı. Oysa peygamberler sadece Allah’tan aldıkları vahyi iletmekle, melekler ise yalnızca kendilerine verilen talimatı yerine getirmekle yükümlüdür.

       28. Allah, onların yaptıklarını da yapacaklarını da bilir. Onlar, O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi O’na olan saygılarından titrerler. Bkz. 2/123, 2/254, 2/255, 6/51, 6/70, 10/3, 20/109, 34/23 ve dipnotu 53/26

       “O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler” söylemindeki “şefaat” ifadesi cennet ehli için söylenmiş olmalı. Çünkü Allah’ın razı olduğu kişilerin varacağı yer cennettir. Cennetteki şefaat, cennet ehlinin bir araya gelmesi konusunda görevli meleklerin Allah’a durumu arz etmesi bizim şu anda bilemediğimiz, anlam veremediğimiz şekillerle ve yollarla olabilir.

       29. İçlerinden her kim, “Allah’tan başka ben de şüphesiz bir ilahım” derse, böylesini cehennemle cezalandırırız. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.
       30. İnkârcılar, göklerin ve yerin (başlangıçta bir madde halinde) tek bir bütün olduğunu ve bizim sonradan onu (büyük bir patlama ile) ikiye ayırdığımızı ve yaşayan her şeyi sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Hala inanmayacaklar mı?

       Astrofizikçilerin henüz elde edebildikleri bazı bilgiler şaşırtıcı bir biçimde bundan on dört asır önce Kur’an tarafından ibretlik bir şekilde ortaya konmuştur. Kur’an, evrenin başlangıçta tek bir elementten, yani hidrojenden meydana gelen bir gaz kütlesi olduğunu ve bu kütlenin sonradan merkezi çekim yüzünden büzüşüp muhtelif noktalarda yoğunlaştığını ve böylece zaman içinde galaksi ve güneş sistemlerine ve bunlardan da giderek yıldızlara, gezegenlere ve onların uydularına dönüştüğünü ortaya koymaktadır.

       31. Onları sarsmasın diye yeryüzüne dağları yerleştirdik. Yolu bulmaları için onda geniş vadiler açtık. Bkz. 16/15, 41/11, 79/32
       32. Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki, (Allah’ın kudretini gösteren) delillerden yüz çeviriyorlar. Bkz. 12/105, 50/6, 51/47, 91/5

       “Gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık” ifadesi dünyayı saran ve onu her türlü zararlı maddelerden koruyan atmosferi ve onun tabakalarını işaret etmektedir. Çünkü ayette “gökleri” demiyor, “gökyüzünü” diyor. Tabii ki bu yorum sadece bugün için yapılmış bir yorumdur. Uzayda yer alan sistemler üzerindeki çalışmalar bize bazı bilgiler verdikçe biz de Kur’an’ın o bilgilerle alakalı ipuçlarına bakıyoruz. Havadaki ses ve görüntüyü taşıyan elektromanyetik dalgaların sesi ve görüntüyü değişen frekanslarla bozulmadan hedeflenen noktaya ulaştırması da gökyüzünün ne kadar korunaklı olduğunu göstermektedir.

       33. O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratandır. (Onların) her biri bir yörüngede yüzmektedir.
       34. (Ey Resul!) Biz senden önce de hiçbir insana ölümsüzlük vermedik. Sen ölürsün de (senin ölümünü heyecanla bekleyen) o inkârcılar ebedi mi kalacaklar?

       Bu ayette; Hz. İlyas’ın da İsa’nın da diğer insanlar gibi öldüğü ve o gün için Hz. Peygamberin de günü gelince öleceği yani onun da bir fani olduğu ifade edilmektedir. Uhud Savaşına Hz. Peygamberin ölüm haberi gelince mü’minler dağılmaya yüz tutmuştu. Bunun üzerine “Muhammed, sadece bir Peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz?..) (A. İmran 3/144) ayeti nazil olmuştu. Nitekim 7 sene gibi bir zaman geçtikten sonra Hz. Peygamber vefat etmişti. Ama aradan asırlar geçmiş olmasına rağmen Müslümanların bazıları Hz. Muhammed’in ölmediğini ve onun her daim Müslümanlarla beraber olduğunu ve Müslümanları teftiş ettiğini iddia ediyor. Bu ayet aynı zamanda bunun gibi mesnetsiz iddialara cevap vermektedir.

       35. Her nefis ölümü tadacaktır. Ne var ki (hayatın) iyi ve kötü tezahürleriyle karşı karşıya getirerek sizi deniyoruz ve (sonunda) bize döndürüleceksiniz. Bkz. 2/214, 3/185 dipnot, 29/57
       36. İnkâr edenler seni gördükleri zaman ancak alaya alırlar: “Bu mudur ilahlarınızı diline dolayan?” derler. İşte Rahman (olan Allah)’ın kitabını inkâr edenler de onlardır.
       37. İnsan çok aceleci (tez canlı) yaratılmıştır. Size yakında mesajlarımı(n işaret ettiği azap gerçeğini) göstereceğim. Şimdi benden (azabın) acele gelmesini istemeyin!
       38. Bir de: “Eğer doğru sözlü kimselerseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar.
       39. İnkârcılar, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi savamayacakları, kimseden de bir yardım bulamayacakları o günü keşke bilselerdi (de bu yaptıklarından vazgeçselerdi)! Bkz. 7/41, 29/55, 39/16
       40. Doğrusu o (son saat) ansızın gelip çatacak ve onları şaşırtacaktır. Artık onu geri çevirmeye güçleri yetmeyecek ve onlara mühlet de verilmeyecektir.
       41. (Ey Resul!) Andolsun ki, senden önce de birçok resullerle alay edildi de içlerinden alay edenleri, o alaya aldıkları şey kuşatıverdi.
       42. De ki: “Gece ve gündüz sizi Rahman’dan (bütün yaratılmış âlemin tek ve biricik koruyucusu olan Allah’ın azabından) kim koruyabilir?” Buna rağmen onlar, yine de Rablerinin zikrinden (Kur’an’dan) yüz çeviriyorlar.
       43. Yoksa onların, kendilerini (azabımızdan) koruyacak bizim dışımızda başka ilahları mı var? O sözde ilahlar kendilerine bile yardım edecek güçte olmadıkları gibi bizden de destek göremezler.

       “Bizden de destek göremezler” ifadesi, tapılan varlıkların canlı olduğuna işarettir. Hani insanların azaptan korunmak için kul köle oldukları, karşılarında el pençe durdukları, Allah’ın rızasından çok onları memnun etmek için mücadele verdikleri, dünyada ve ahirette şefaatlerini, himmetlerini bekledikleri, kendilerini Allah’ın azabına karşı Allah’tan koruyabileceklerine inandıkları kimseler var ya; işte onlara zımni bir atıf vardır.

       44. Doğrusu biz onlara ve atalarına geniş geçim imkânları bağışladık da uzun yıllar refah içinde yaşadılar. Ama artık görmüyorlar mı ki, biz yeryüzünü çevresinden eksiltiyoruz? Durum böyle iken onlar nasıl galip gelebilirler?
Bkz. 13/41, 46/27

       “Yeryüzünü çevresinden eksiltiyoruz” ifadesini iki şekilde yorumlayabiliriz. Bunlardan birincisi; inkârcıların yaşadığı yerlerin inananlar tarafından ele geçirilmesi yani tebliğ yoluyla gerek keyfiyet ve kemiyet bakımından gerekse coğrafi konum itibariyle mü’minlerin etki alanının büyümesidir. İkincisi ise erozyonla yer kabuğunun üzerindeki toprakların, başta akarsular olmak üzere türlü dış etkenlerle aşınıp yerinden kopması, bir yerden başka bir yere taşınması ve biriktirilmesi yoluyla dünyada yaşam alanlarının küçülmesidir. Ayetin anlam akışı içinde birinci yorumun daha uygun olacağını düşünebiliriz.

       45. De ki: “Ben sizi (kendi düşüncelerimle değil) ancak vahiy ile uyarıyorum.” Ama (ne var ki gerçeklere kulaklarını tıkayan) sağırlar ne kadar uyarılsalar da çağrıyı işitmezler.
       46. Andolsun, onlara Rabbinin azabından bir ufak esinti dokunacak olsa hiç tartışmasız; “Yazıklar olsun bize! Gerçekten bizler zulme sapanlarmışız” derler.
       47. Kıyamet günü (öyle) doğru, (öyle hassas) teraziler kuracağız ki, kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmayacak. Bir hardal tanesi kadar bile olsa her şeyi tartıya sokacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz. Bkz. 4/40, 10/47, 18/49, 31/16, 39/69
       48. Andolsun ki biz, Musa ve Harun’a, hakkı batıldan ayıran, karanlıkları aydınlatan, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanlar için doğruyu eğriden ayıran bir kitap (Tevrat’ı) verdik. Bkz. 2/53, 3/4, 25/1

       Kur’an için de kullanılan “Furkan” sıfatı “hakkı batıldan, imanı küfürden, helalı haramdan, doğruyu eğriden, hayrı şerden ayıran ve bunlara dair ölçüler getiren şey” demektir.

       49. O (Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşaya)nlar, algı ve tasavvurlarının ötesinde olmasına rağmen Rablerin(in azabın)dan korkarlar. Onlar kıyamet gününden de ürperirler.
       50. İşte bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz bereketli ve faydalı bir öğüttür. Şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?

       “Kur’an’ın bereketli olması”, onun mesajının her devirde ve her toplumda farklı güzelliklerle anlaşılmasıdır. Okundukça toprağa atılan tohum gibi bilinçaltına yerleşen mesajlar okuyucuya her defasında farklı perspektif kazandıracaktır. “Mallarını Allah yolunda sarf edenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir…” (Bakara 2/261) örneğinde olduğu gibi okunan bir ayetin diğer ayetlerle bağlantısı kurulacağı ve bu ayetler kişiyi manevi ve ahlaki anlamda kemale erdireceği için Kur’an’ın bereketi tecelli etmiş olacak. “Kadir Gecesi” ne bin aydan daha hayırlı olma özelliği Kur’an kaynaklıdır. Kur’an bütün ağırlığıyla ve bereketiyle o gecede nazil olmaya başladığı ve muhatabıyla buluştuğu için o gece müstesna kılınmıştır. Bu da Kur’an’ın bereketini farklı bir anlatımla ortaya koymaktadır.

       51. Andolsun ki, biz daha önce İbrahim’e de doğru yolu bulma yeteneğini vermiştik. Zaten biz onu(n nebiliğe ehil olduğunu) daha baştan biliyorduk. Bkz. 6/75

       Ayette, “yetenek, yeterlilik” anlamındaki “rüşd” terimi; Hz. İbrahim’in nebi olmadan önce hidayet ve doğruluk yolunda Allah’ın kudretini, eşsiz ve benzersiz büyüklüğünü kavrayabilecek yüksek kişisel, sezgisel, zihinsel özelliğe sahip olduğunu göstermek için kullanılmıştır. “Doğru yolu bulmak, mâkul davranmak” gibi manalara gelen “Rüşd” kavramının Kur’an’da farklı anlamlarda kullanıldığı da görülmektedir. İman, hak ve hidayet (Bakara, 2/250), fayda (Cin, 72/21), hayır (Cin, 72/10), doğru yol (Kehf, 18/66), çıkış ve kurtuluş yolu (Kehf, 18/10) akıl ve olgunluk (Nisa, 4/6).

       52. Hani o, babasına ve kavmine: “Ne bu tapınıp durduğunuz heykeller?” demişti.
       53. (Onlar da:) “Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk” demişlerdi.
       54. (Bunun üzerine İbrahim:) “Yemin ederim ki siz de atalarınız da çok açık bir sapıklık içindesiniz” dedi.
       55. (Onlar:) “Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen bizimle eğleniyor musun?” dediler.
       56. “Hayır” dedi (İbrahim). “Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin rabbidir. Onları O yaratmıştır ve ben de bu gerçeğe tanıklık edenlerden biriyim.”
       57. “Allah’a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra ben putlarınız için tasarladığım tuzağı mutlaka gerçekleştireceğim.”
       58. Arkasından o putları kırıp paramparça etti, fakat bilgisine başvursunlar diye en büyük putu sağlam bıraktı.

       Hz. İbrahim, putperestleri putçuluktan kurtarmak için tamamen görsel ve pratik anlamda öğretmeye matuf bir uygulama yapmak istiyordu. Amacı kavga etmek, kargaşa çıkarmak, çekişmek değildi. Dinlerini sorgulama cesareti bulamayan putperestleri etkilemek, ikna etmek ve inandırmak için güzel ama zor ve tehlikeli bir eylem yapacaktı. İşte bunun için putperestlerin olmadığı zamanı fırsat bilerek eline aldığı bir baltayla sadece bir tanesi hariç bütün putları yere sermişti. Sonra da baltayı ayakta bırakıp yıkmadığı putun omuzuna asmıştı. Geri dönen putperestler gördükleri manzara karşısında deliye dönmüşlerdi. Bunun üzerine Hz. İbrahim’le aralarında aşağıdaki ayetlerde olduğu gibi tartışma başlamıştı:

       59. (Onlar dönünce:) “Kim yaptı bunu ilahlarımıza? (Her kimse) muhakkak o zalimlerden biridir!” dediler.
       60. (Bir kısmı:) “İbrahim denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk” dediler.
       61. “Haydi, getirin onu halkın huzuruna ki çekeceği cezaya onlar da şahit olsun” dediler.
       62. (İbrahim gelince) “Ey İbrahim! Sen mi yaptın bunu ilahlarımıza?” diye sordular.
       63. (İbrahim:) “Belki şu büyük olan yapmıştır. En iyisi, siz kendilerine sorun; tabii, eğer konuşmasını biliyorlarsa!” diye cevap verdi.
       64. Bunun üzerine vicdanlarına dönüp (içlerinden kendi kendilerine): “Hiç şüphesiz asıl zalimler sizsiniz siz” dediler.

       Hz. İbrahim’in bu sözleri putperestlerin sağlıklı düşünmesinin önünü açtı. Bunun üzerine vicdanlarının sesini dinleyerek kendi kendilerine “gerçekten bu delikanlı doğru söylüyor, kendilerini bile korumaktan aciz olan bu taş ve metal parçalarına biz nasıl kulluk etmişiz? Kendilerine bile faydası olmayan zavallıların bize nasıl bir faydası olabilir? Bizim yaptığımız saçmalıktan başka bir şey değil. Asıl yanlış yapan, haddi aşan, kendine zulmeden biziz.” dediler.

       65. Fakat sonra yine eski dik kafalılıklarına dönerek İbrahim’e: “Sen de iyi bilirsin ki, bunlar konuşamazlar” dediler.
       66-67. (Bunun üzerine İbrahim) dedi ki: “Öyle ise siz, (hâlâ) Allah’la beraber, size fayda ve zarar veremeyecek olan şeylere de mi tapıyorsunuz? Size de Allah’tan başka taptıklarınıza da yuh olsun! Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz?”
       68. (Onlardan bazıları:) “Eğer yapacağınız bir şey varsa, o da bunu (İbrahim’i) yakmaktır. Böyle yapın da tanrılarınıza sahip çıkın!” dediler. Bkz. 29/24

       Bazılarının yaptığı bu teklif kabul edildi ve Hz. İbrahim’in yakılmasına karar verildi. Ancak Hz. İbrahim’in yakılmak üzere ateşe atılıp atılmadığına dair 69. ayetten başka Kur’an’da kesin bir kayıt bulunmamaktadır. Bu ayet de İbrahim’in ateşe atılması konusunda çok açık değil. Evet Allah ateşe serin ve selamet ol” diye emir verdi ama İbrahim ateşe atıldı mı? Ankebût 29/24 ayetinde; “Allah, onu ateşten kurtardı” buyruluyor. Bu ifade, onun ateşe atılmadığını gösteriyor. Eğer ateşe atılsaydı; “ateşe atılan İbrahim’i yanmaktan kurtardı” buyurulurdu. Ateşin serin ve selamet olması Hz. İbrahim’in bundan sonraki hayatında tevhid inancının inşasında öncülük ve rehberlik edeceğine ve hidayet yolunda önünün açılacağına da delalet edebilir.

       69. (Biz de:) “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selamet ol” dedik.
       70. Ona böyle bir düzen kurmak istediler. Fakat biz düzenlerini bozarak onları en rezil duruma düşürdük.
       71. O’nu da (kardeşinin oğlu) Lût’u da gelecek bütün çağlar için bereketli kıldığımız bir beldeye ulaştırıp kurtardık.
       72. Ona İshak’ı ve bir de fazladan Yakup’u bağışladık ve onların hepsinin dürüst ve erdemli insanlar olmalarını sağladık.

       Genel görüşe göre Hz. İbrahim ve Hz. Lût Irak’ta yaşıyorlardı. Allah’ın lütfuyla Şam’a hicret ettiler. Hz. İbrahim oradan Filistin’e, Hz. Lût ise Kızıl Denizin kuzeyinde kurulmuş olan Sodom şehrine yerleşti ve orada kendisine nebilik verildi. Hz. İshak İbrahim peygamberin oğludur ve Hz. İsmail’in baba bir anne ayrı kardeşidir. Hz. Yakup da Hz. İshak’ın oğludur ve İbrahim Peygamberin torunudur.

       73. Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı ikame etmeyi, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibadet eden kullardı (Allah’tan başka hiçbir varlığa tanrısal nitelikler yakıştırmazlardı).

       “Namazı ikame etmek, zekâtı vermek” terkibi, namaz ve zekâtın daha önceki toplumlarda da olduğunu gösteriyor. “Zekât” terimi Kur’an’ın pek çok yerinde temizlenmek, aklanmak, arınmak (Bakara 2/151, A. İmran 3/77, Tevbe 9/103, Taha 20/76) gibi anlamlara gelse de burada paranın ya da malın belli bir oranının sadaka olarak verilmesi anlamında kullanılmıştır.

       74. Lût’a da sağlam bir muhakeme yetisi ve ilim verdik. Onu, halkı iğrenç işler yapan o kentten kurtardık. Onlar gerçekten çirkin davranışları huy edinmiş kötü bir toplumdu.
       75. Ve onu (Lût’u) rahmetimizle kuşattık. Çünkü o gerçekten dürüst ve erdemli kimselerdendi.

       Hz. Lût’un nebi olarak gönderildiği Sodom halkı, o güne kadar dünya üzerinde görülmemiş bir sapıklığı icra ediyor, erkeklerle eş-cinsel buluşması uyguluyordu. Hz. Lût, onlara bu sapıklıktan vazgeçmelerini söylediğinde ve Allah’ın ilahi tebliğini getirdiğinde onu yalanladılar, peygamberliğine karşı çıktılar ve hiç aldırış etmeden sapıklıklarına devam ettiler. Bunun sonucunda da Lût’un kavmi, Kur’an’ın farklı yerlerinde anlatıldığı gibi korkunç bir felaketle helâk oldu.

       76. Nuh’u da hatırla! Hani o bir dua etmişti de duasını kabul edip onu da ev halkını da büyük bir felâket ve sıkıntıdan kurtarmıştık.

       Hz. Nuh’un duası şöyleydi: “Ey Rabbim! İnkârcılardan hiç kimseyi yeryüzünde bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan, sana kulluk edenleri hep saptırmaya çalışırlar ve yalnızca fesada ve inkâra sebep olurlar. Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla! Zalimlerin de ancak helâkini arttır.” (Nuh 71/26-27)

       77. Ayetlerimizi yalanlayanlara karşı ona yardım etmiştik. Şüphesiz onlar kötü bir toplumdu. Bu yüzden biz de onları topyekûn suda boğmuştuk. Bkz. 54/9-10, 71/28
       78. Davut ve Süleyman’ı da hatırla! Hani bir vakit bir kavmin koyunlarının yayıldığı ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı ve biz de onların hükmüne şahittik.

       Hz. Davut ve Hz. Süleyman zamanında koyun sürüsü sahibi ile ekin sahibi arasında çıkan davada her ikisi de hakemlik yapmıştı. Fakat bu hakemlikte ortaya koydukları hüküm farklı olmuştu. Hz. Davut, koyunların ekin sahibine verilerek zararın ödenmesine hükmetmişti. Hz. Süleyman ise, ekin tarlası koyun sahibine verilmeli, tarla eski bakımlı haline gelinceye kadar koyunların sütünden, yününden istifade etmeli ve böylece elde edilecek olan gelirle zarar tazmin edilmeli diye hükmetmişti. Hz. Davut, oğlu Süleyman’ın bu içtihadını beğenerek kendi görüşünden vazgeçmişti.

       79. Biz çözüm getirecek hükmü Süleyman’a kavratmıştık. Zaten her birine hükümdarlık ve ilim vermiştik. Davud’a dağları ve kuşları boyun eğdirmiştik, onunla beraber tesbih ediyorlardı (vazifelerini yapıyorlardı). Bunları yapan bizdik. Bkz. 34/10, 38/18
       80. Bir de Davud’a, savaş sıkıntılarınızdan sizi koruması için zırh yapma sanatını öğretmiştik. Artık (bütün bunlar için) şükredecek misiniz?
       81. Bereketli kıldığımız yere doğru esip onun emriyle (çalışan gemileri) yürütsün diye şiddetli rüzgârları Süleyman’ın hizmetine verdik. İşte böyle şeyin yasasını bilen biziz.

       Kaynaklarda Hz. Süleyman’ın gemi filolarını yürüttüğü bu yerin Peygamberler diyarı Filistin ya da o günün ticaret merkezlerinden Şam bölgesi olduğu belirtilmektedir.

       82. Ayrıca (inci için) derin sulara dalan ve başka işler yapan kural tanımayan bazı dik başlı kimseleri de Süleyman’ın emrine verdik. Bu güçleri kontrol altında tutan yine bizdik.

       Hz. Süleyman’ın emrine verilen “şeytanlar”, Hz. Süleyman yaşamış kural tanımayan, sorumsuz, ilkesiz, statüsüz yaşayan, Haktan uzak bir karakteristik yapıya sahip yabancı, vahşi kabileler olabileceği gibi Hz. Süleyman’ın denetim altına alıp yararlandığı tabiat güçleri de olabilir. Her (türlü) yapı ustası ve dalgıç olan şeytanları (cinleri) de ve (zarar vermemeleri için) zincirlere vurulmuş diğer yaratıkları da (Süleyman’ın emrine verdik). (Sâd 38/37-38)

       83. Ve Eyyub’u (da hatırla ki) o: “Ey Rabbim! Bir derde yakalandım. Sen merhametlilerin en merhametlisisin!” diye yalvarmıştı.
       84. Biz de onun duasını kabul edip kendisinde dert namına ne varsa gidermiştik. Tarafımızdan bir rahmet ve gereği gibi kullukta bulunanlar için bir ibret olmak üzere ona yakınlarını bir kat daha artırarak geri vermiştik. Bkz. 38/41-44

       Hz. Eyyub’un rahatsızlığı ile ilgili, hiçbir Kur’anî dayanağı bulunmayan birbirinden farklı asılsız ve mesnetsiz yorumlar yapılmaktadır. Hz. Eyyub, varlıklı, itibarlı ve aile fertleri geniş bir kişiydi. Evinin yıkılması sonucu aile fertlerinden bazılarını kaybetmiş ve servetinin çoğu elinden gitmişti. Uzun yıllar ağır bir cilt/beden hastalığına yakalanmıştı. Ama o bütün bu felaketlere rağmen şikâyetçi olmamıştı. Onun şikayetçi olduğu ve çare bulmak istediği hastalık maneviydi. Nitekim Sâd suresi 38/41. ayetinde: “(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyub’u da hatırla! Hani o, Rabbine: “Doğrusu şeytan bana bir dert ve azap (olacak vesvese) dokundurdu” diye seslenmişti.” buyrulmaktadır. Buda gösteriyor ki Hz. Eyyub’un derdi kalbine düşen vesveseyi ortadan kaldırmaktı. Bu yakarışına karşı Allah da duasını kabul etmiş kalbindeki hastalığı gidermişti. “Yakınlarını geri vermesi” ifadesi, ölen yakınları yerine sonradan neslinden gelen çocukları işaret etmektedir.

       85. İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de (hatırla! Bunların) hepsi de zorluklara direnenlerdendi.
       86. Bu yüzden de onları rahmetimizle kuşattık. Gerçekten de onlar dürüst ve erdemli kimselerdi.
       87. Zünnûn’u (balık sahibi/Yunus’u) da (hatırla!) Hani öfkelenerek (ve görev yerini terk ederek halkından ayrılıp) gitmişti de bizim kendisini (cezalandırıp) güç durumda bırakmayacağımızı sanmıştı. Derken (balığın karnında) karanlıklar içinde: “Senden başka hiçbir ilah yoktur. Sınırsız kudret ve yüceliğinle sen her şeyin üstündesin! Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye yalvarmıştı. Bkz. 37/139-144, 68/48

       “Balık sahibi” demek olan “Zünnûn” burada Hz. Yunus için kullanılmıştır. Hz. Yunus, Asur Devleti’nin başşehri Ninova ’ya gönderilen nebi idi. Hz. Yunus nebi olarak gönderildiği Ninova halkının yola gelmemesi üzerine ümitsizlik ve bıkkınlıkla, adeta pes ederek onları terk etmek için yola koyulmuştu. Bir gemi yolculuğunda, batmak üzere olan gemiyi kurtarmak için çekilen kura sonucu Hz. Yunus’un denize atılmasına karar verilmiş ve Hz. Yunus denize atılmıştı. Denize atılan Hz. Yunus’u bir balık yutmuştu. İşte kendisini yutan balığın karnında ayette geçen bu duayı yapmıştı. Duanın kabul edilmesiyle balık Hz. Yunus’u sahile bırakmıştı.

       88. Biz de duasını kabul edip kendisini kederden kurtarmıştık. İşte biz inananları böyle kurtarırız. Bkz. 37/139-148
       89. Zekeriya’yı da hatırla! Hani o, Rabbine: “Rabbim! Beni tek başıma (çocuksuz) bırakma! (Gerçi) en hayırlı mirasçı sensin, herkes göçüp gittikten sonra kalacak olan tek varlık sensin” diye yalvarmıştı.
       90. Biz de onun duasını kabul etmiş, eşini de kendisi için, (doğurmaya) elverişli hale getirerek ona Yahya’yı bağışlamıştık. Gerçekten onlar, hayır işlerinde koşuşurlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi.
       91. Irzını korumuş olan kadını (Meryem’i) de hatırla! Ona ruhumuzdan üflemiştik. Kendisini de oğlunu da âlemlere (sonsuz kudretimizi gösteren) apaçık bir delil kılmıştık.
       92. İşte bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir (tevhid dini, bütün nebilerde tek bir dindir). Ben de (sizin) Rabbinizim. Onun için sadece bana kulluk edin.

       Hayat hikâyelerinden alıntılar verilen bütün bu peygamberler tevhid inancını yerleştirmek ve ümmet birliğini sağlamak için vazifelendirilmişlerdir. Bu ayet, aynı zamanda İslam’ın insanlığın tüm zamanlardaki dininin ortak adı olduğunu ve bugün hangi adla anılırsa anılsın bu dine mensup olanların da Müslüman olduğunu göstermektedir.

       93. Fakat insanlar inanç birliğinden ayrılarak çeşitli gruplara bölündüler. Ama hepsi sonunda bize döneceklerdir. Bkz. 23/53
       94. Artık her kim, bir mü’min olarak güzel ve faydalı davranışlar ortaya koyarsa, onun bu çabası asla ziyan edilmeyecektir. Çünkü Biz, bütün yapılanları bir bir kaydetmekteyiz.
       95. (Yaptıkları yüzünden) helak et(meye hükmet)tiğimiz bir toplum için (kurtuluş) imkânsızdır. Hiç şüphesiz onlar, (iman etmek ve doğruyu yaşamak için hayata) bir daha geri dönmeyeceklerdir.
       96. Nihayet Ye’cüc ve Me’cüc’ün önü açıldığı zaman her tepeden akın ederler. Bkz. 18/94-99

       Kehf suresi 18/949-99, ayetlerinde Hz. Zülkarneyn ’in mazlum kavimleri şerlerinden koruduğu Ye’cüc ve Me’cûc diye adlandırılan hak tanımaz, hukuk bilmez, önüne çıkanı ezip geçen zalimlerle ilgili Kur’an’da herhangi bir detay bulunmamaktadır. Ancak bu ayetten anlaşılıyor ki; Ye’cüc ve Me’cûc ifadesi “Tağût” sözcüğünde olduğu gibi zamana ve bölgeye bağlı olmadan bütün siyasi, ekonomik ve askeri güçleriyle hakkı ve adaleti gözetmeden toplumlara zarar veren küresel güçleri de işaret etmektedir.

       97. Gerçek vaadin eşiğine gelindiğinde inkârcıların bakışları dehşetten donakalacak ve “Yazıklar olsun bize! Doğrusu biz bu ana karşı hep umursamazlık göstermiştik. Biz gerçekten kendimize zulmeden kimselerden olduk” (diyecekler).
       98. (Onlara da) “Hiç şüphesiz, siz ve Allah’tan başka kulluk ettikleriniz cehennem yakıtısınız. Siz (hep beraber) oraya varacaksınız.” (denecek)

       Ayette geçen “Allah’tan başka kulluk ettikleriniz ve siz cehennem yakıtısınız” ifadesi, kulluk edenlerin de edilenlerin de insan olduğuna işarettir. Put, sadece cahiliye döneminde olduğu gibi elle yapılan yontma taşlar değil, aynı zamanda gerek Allah’a ulaşmak için aracı edilen ve gerekse dünyalık menfaat için karşılarında sus pus durulan, sorgulamadan, düşünmeden biat edilen bütün varlıklardır. İnsanın putu tanıması için sadakat gösterdiği varlığın alnına put yazması gerekmiyor. Kişiyi Allah’tan koparan ve Ondan daha sevimli gelen ya da Allah’ın nitelikleriyle anılan, eş değer görülen her şey puttur. Eğer bir insan parayı her şeyin başı olarak görüyorsa para onun ilahıdır. Eğer bir insan şifa veren olarak doktoru düşünüyorsa şirke giriyor demektir. Eğer bir insan işverenini rızık veren olarak düşünüyorsa patronu putlaştırılmış demektir. Yine bir insan servetini, eşini, çocuklarını, annesini babasını Allah’ın önüne geçiriyorsa bu da şirktir. Bu anlam örgüsü içinde, önceki ve sonraki ayetlerde de görüldüğü gibi insanlara tanrısal nitelikler yükleyerek onların önünde eğilmek yani kula kulluk etmek putçuluğun farklı bir versiyonudur. Allah’la beraber tapınılan bütün objeler sadece sahte tapınma nesnelerini değil, aynı zamanda düzmece dinî otoriteler tarafından uydurulan sahte ahlakî değerleri de ihtiva etmektedir.

       99. Eğer onlar ilah olsalardı oraya varmazlardı. Hâlbuki hepsi orada kalacaklardır.
       100. Onlar için orada bir inleme ve soluma vardır! Ve onlar orada hiçbir şey duymayacaklardır.
       101. (Güzel ve faydalı eylemlerinden dolayı) katımızdan kendilerine iyilik ve güzellik ihsan ettiğimiz kimselere gelince: işte onlar (cehennem)den uzak tutulacaklardır. Bkz. 11/106
       102. Onlar onun (cehennemin) hışıltısını bile duymayacaklar. Canlarının istediği nimetler içinde (orada) temelli kalacaklardır.
       103. (Diriliş gününün uyandıracağı) o benzeri olmayan büyük dehşet bile onları kaygılandırmayacak. Çünkü melekler böylelerini: “Size vaadedilen (mutlu) gün işte bugündür!” sözleriyle karşılayacaktır.
       104. O gün göğü kitabın sayfalarını dürer gibi düreceğiz. (Sonra) ilkin başlayıp yarattığımız gibi, yeniden yaratacağız ki, bu bizim için verilmiş bir sözdür. Biz (bunu) mutlaka yapacağız.
       105. Andolsun, Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da: “Yeryüzüne (dünyaya) muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır” diye yazmıştık.
       106. Şüphesiz bunda Allah’a kulluk eden bir toplum için yeterli bir mesaj vardır.
       107. Ve (bunun içindir ki, ey Resul!) biz seni, yalnızca âlemlere (insanlara) rahmetimizin bir vesilesi olarak gönderdik.

       Ayette geçen “rahmet” terimi peygamberimizin şahsı için değil ona verilen peygamberlik ve gönderilen kitap (Kur’an) için kullanılmıştır. “Rahmet” terimi Kur’an’da 73 yerde geçer. Geçen bu yerlerin çoğunda peygamberlik görevi, peygamberlere lütfedilen mucizeler, kitaplar ve farklı lütuflar için kullanılır. Mesela; Hud, 11/63; Duhan, 44//5-6 de peygamberlik görevi için; Hud, 11/17 de peygamber lütfedilen mucizeler için; A’râf, 7/52 de ve Nahl, 16/64 de kitaplar için; Hud 11/58 de lütuf için kullanılmıştır. Zuhruf suresinin 43/31-32. ayetleri de Kur’an’ın doğrudan bir rahmet olduğunu anlatmaktadır. Eğer söylendiği gibi Hz. Peygamberin şahsı için kullanılmış ise aynı ifade Hud suresi 11/63 de Hz. Salih için de kullanılmıştır. Yani Peygamberlik bir rahmet makamıdır. Allah insanlara rahmet ve merhamet ettiği için peygamber gönderir ve peygamberler rahmetin vesilesi olur. Buradan da anlıyoruz ki; peygamberlerin kendi şahıslarını rahmet olarak değerlendirmek doğru değildir. Hele Hz. Peygamber için; “o olmasaydı âlemler yaratılmazdı, onun hatırı için Allah âlemleri yarattı ve biz de onun yüzü suyu hürmetine yaratıldık” gibi yanlış ve şirk içerikli ifadelerle Hz. Muhammed’i rahmetin kaynağı ve sebebi olarak görmek şirk olur.

       108. De ki: “Bana ancak, ilahınızın yalnızca bir tek ilah olduğu vahyolunuyor. Hala Hakka teslim ol(up putperestliği bırak)mayacak mısınız?”
       109. Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Size (her şeyi) yeterli ölçüde bildirdim. Size söz verilen şeyin (hesap gününün) yakın mı, yoksa uzak mı olduğunu bilemem.”
       110. “Şüphesiz O (Allah), sözün açığa vurulanını da bilir, gizlediklerinizi de bilir.”
       111. “Bilmiyorum! Belki bu (hesap gününün gecikmesi) sizin için bir imtihan ve bir vakte kadar yararlanmadır.”
       112. (Peygamber) dedi ki: “Ey Rabbim! (Onlarla aramızda) adaletle hüküm ver! Bizim Rabbimiz, sizin bunca isnat ve iftiralarınıza karşı yegâne sığınılacak Rahman (olan Allah)’dır.”