23 – Mü’minun

       Mü’minun sûresi Mekke döneminde inmiş olup 118 ayettir. Sûre adını birinci ayette geçen ve “Mü’minler demek olan “Mü’minun” kelimesinden almıştır.
       Sûrede insanların, iman ettikten sonra alçak gönüllülükle yaşadıkları, boş ve anlamsız şeylerden uzak durdukları, iffetlerini korudukları, emanetlerine ve sözleşmelerine sadakat gösterdikleri, Haktan ve haklıdan yana durdukları takdirde hakiki mü’minler olarak hem kurtuluşa erecekleri hem de Firdevs cennetlerine varis olacakları müjdeleniyor. Hz. Nuh’tan başlamak üzere peygamberler tarihi boyunca devam eden Hak-batıl mücadelesinin anlatıldığı sûrede bütün peygamberlerin temel ilkeleri ortak olan ilâhî mesajları tevhidi bir anlayışla insanlara iletmesine rağmen toplumların farklı inanç ve ideolojilere bölündüğü ve herkesin kendini haklı gördüğü ifade ediliyor. İnkârcıların âhirette suçlarını itiraf edip cehennemden çıkarılmayı talep edecekleri fakat dünyada müminlere yaşattıkları densiz davranışlarının cezasının benzer şekilde kendilerine uygulanacağı belirtilmektedir. Sûre Hz. Peygambere tavsiye edilen şu dua ile sona ermektedir: “Rabbim, affet, merhamet et! Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın”

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
       1. Hakiki mü’minler, gerçekten kurtuluşa ereceklerdir.
       2. Onlar, namazlarında derin bir saygı, huşu ve alçakgönüllülük içindedirler.

       Ayette “huşu” ile “salat” terimi birlikte zikredilince “salat” terimini “namaz” olarak almak daha doğru olur. Çünkü Allah’la ahitleşme ve akitleşme anlamına gelen namaz aynı zamanda bir alıp-verme ameliyesidir. Allah vermek için namaza çağırmış, kul da almak için namaza durmuş. Dolaysıyla bu alış-verişin ve huzurda kalmanın huşu, edep, hürmet ve minnet içinde geçmesi gerekir. Zira namaz, saygının, samimiyetin ve alçakgönüllüğün tavan yapması gereken yerdir.

       3. Onlar, boş ve anlamsız şeylerden uzak dururlar. Bkz. 25/72
       4. Onlar, zekât vermek için çalışırlar.

“Onlar, zekât vermek için çalışırlar” söylemi; “Mü’minler, mallarını, ruh ve bedenlerini arındıran; dayanışmaya, kaynaşmaya, berekete vesile olan zekât verir duruma gelmek ve bu yolla hayırlara vesile olmak, vicdanları temizlemek, uhuvvet duygularını geliştirmek için çaba harcarlar” demektir.

       5-6-7. Onlar, iffetlerini korurlar. Yalnız eşleri ya da akitleri aracılığıyla sahip bulundukları bunun dışındadır. (Bunlarla olan ilişkilerinden dolayı) ayıplanmaları sözkonusu olmaz. Ama kim de bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır. Bkz. 70/30
       8. Onlar, emanetlerine ve sözleşmelerine sadakat gösterirler.
       9. Onlar, salatlarını/haktan yana duruşlarını muhafaza ederler (şartlar ne olursa olsun taviz vermeden Hakkın yanında yer almaya devam ederler). Bkz. 70/34

       Buradaki “salavat” kelimesini namaz anlamında değil de “Hak’tan yana yer almak ve Allah’a teslim olmak” olarak değerlendirmek daha doğru olur. Çünkü “salavat” kelimesi “korumak” anlamında olan “muhafaza” kelimesiyle birlikte zikredilmiştir. İmanın ve tevhidi inanışın gereği olarak şartlar ne olursa olsun taviz vermeden Hak’tan yana duruşun devamlı korunması gerekir. Ama namazla ilgili anlatımlar Kur’an’da genellikle “ikame” kelimesiyle “ekâmû” ya da “yukîmûne” şeklinde gelmiştir ki “ikame, Allah’ın huzurunda kalmak” demektir. İkâme fiiline isnat edilmeden yalınkat kullanılan salâtlarda, genelde Hak’tan yana olma ve teslimiyet vurgusu hâkimdir.

       10-11. İşte onlar, temelli kalacakları Firdevs cennetlerine varis olanlardır.
       12. Andolsun ki, biz, insan türünü süzme çamurdan yarattık.
       13. Sonra(ki yaratılışlarda) onu sperm hâlinde sağlam bir yere (ana rahmine) yerleştirdik.
       14. Sonra bu spermi döllenmiş yumurta yaptık, rahim duvarına yerleşen bu yumurtayı embriyo haline soktuk. Embriyoda kemik oluşturduk. Sonra da kemiklere et giydirip başka bir yaratılışla (ruh vererek) insan haline getirdik. Yaratanların en iyisi olan Allah’ın şanı ne yücedir! Bkz. 22/5, 39/6
       15. Sonra siz bunun ardından muhakkak öleceksiniz.
       16. Sonra siz, kıyamet gününde muhakkak (tekrar) diriltileceksiniz.

       Yaratılış, ölüm ve ölümden sonraki diriliş aşamalarına dikkat ettiyseniz “kabir hayatı” diye bir şey geçmiyor. Yani öyle “kabre girilecek, sual melekleri gelip hesaba çekecek, sonra işkence başlayacak” gibi iddiaların herhangi Kur’ânî bir dayanağı yoktur. Zira daha mizan kurulmamış, haklı haksız, suçlu suçsuz ortaya çıkmamıştır ki bir cezalandırma söz konusu olsun.

       17. Gerçekten biz sizin üzerinizde yedi yol (yörünge) yarattık ve şüphesiz, biz yarattığımız âlemden hiçbir şekilde habersiz değiliz. Bkz. 2/29, 17/44, 41/12, 65/12, 71/15-16

       “Yedi yol” ifadesi, güneş sisteminde yer alan görülebilir gezegenlerin yörüngelerine işaret edebileceği gibi “yedi kat gök” ya da “gökteki yedi yıldız sistemi” olarak da değerlendirilebilir. Ayrıca “yedi” sayısını çokluktan kinaye olarak düşünürsek “çeşitli yollar” anlamında da değerlendirebiliriz.

       18. Biz, gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde (göl, yeraltı suları gibi doğal depolarda) tuttuk. Bizim onu (kurutarak) tamamen gidermeye de elbette gücümüz yeter.
       19. Onunla sizin için hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik. Bu bağ ve bahçelerde sizin için pek çok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz. Bkz. 16/11, 36/34-35

       Bütün bu bağ ve bahçelerin meydana gelmesi, beslenmesi, meyve vermesi ve hayatlarını devam ettirmesi tamamen yağmurla ve güneşle gerçekleşmektedir. Yağmurun olmadığı yerlerde sulama kanallarıyla yapılan bu işlem çok büyük paralara mal olmaktadır. O kanallar vasıtasıyla taşınan sular da Allah’ın gökten indirdiği sudur. Eğer Allah’ın gönderdiği yağmur ve aşılayıcı rüzgârlar olmasaydı (Hicr 15/22) ve bu meyveler ve sebzeler kanal suyuyla beslenseydi halimiz ne olurdu? Bir de o suyun acı ve tuzlu olduğunu düşünün! Nerede ve nasıl arıtılarak faydalı hale getirilecekti? “Eğer isteseydik, onu tuzlu su yapardık. Artık şükretmeniz gerekmez mi?” (Vakia 56/70)

       20. Yine o su ile Tur-i Sina dağında biten bir ağaç (zeytin ağacı) yarattık ki (meyvesi) hem yağ hem de yiyenlere katık olur.
       21. Hayvanlarda sizin için elbette bir ibret vardır. Onların içlerindeki sütten size içiririz. Onlarda sizin için daha birçok faydalar da vardır ve etlerinden de yersiniz. Bkz. 16/66
       22. Hem onlarla hem de gemilerle taşınırsınız.
       23. Andolsun biz, Nuh’u kendi kavmine (resul olarak) gönderdik de onlara dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Allah’a karşı gelmekten hâlâ sakınmayacak mısınız?”
       24. Bunun üzerine, kavminden inkârcıların önde gelenleri dediler ki: “Bu, sizin gibi bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor. Eğer Allah dileseydi, bize bir melek gönderirdi. Onun söylediklerini eski atalarımızdan hiç duymamıştık.” Bkz. 6/9, 17/95
       25. “Bu adam bir deliden başka bir şey değildir. Bir süre için onu gözetim altında tutunuz.”
       26. (Nuh:) “Ey Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!” diye dua etti.
       27. Biz ona vahiy yoluyla bildirdik ki: “Bizim gözetimimiz altında ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Emrimiz gelip tandır kaynadığı (yeryüzünde suların coşup fışkırdığı) zaman her cinsten birer çift ile haklarında azap hükmü takdir edilmiş olanlar dışında kalan aile halkını yanına al! Zalimler(in kurtulması) için sakın bana başvurma! Çünkü onlar boğulmayı hak etmişlerdir.” Bkz. 11/40, 54/11

       Bu ayet, sadece dua ile sorunların çözülemeyeceğinin en büyük delilidir. Allah, Hz. Nuh’a yapılmış bir gemi göndermiyor, gemi yapmasını emrediyor. Yani kişi ister nebi olsun isterse sıradan bir insan, amacına ulaşması için gerekli olan her türlü önlemi alarak; elinden gelen tüm gayreti gösterdikten sonra Allah’a tevekkül edecek. Hz. Peygamberin ve ona tabi olanların Mekke’den Medine’ye hicreti, “Ey inanmış kullarım! Benim yarattığım yeryüzü geniştir. O halde (Allah’ın istediği şekilde yaşamak için) güven içinde olacağınız yere gidip yalnız bana kulluk ediniz.” (Ankebût 29/56) ve Bedir Savaşında Hz. Peygamberin elindeki kumu düşman üzerine atması “… (Ey Resulüm! Avucundaki kumu) attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı(rıp onları yenilgiye uğrattı)…” (Enfal 8/17) konuyu anlamak anlamında önemli örneklerdir.
       Ayette; “Bizim gözetimimiz altında ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap” ifadesiyle Sünnetüllah’ın tecellisinden bahsediliyor. Eylemlerin bir insana bakan tarafı vardır, bir de Allah’a bakan tarafı. “Gemi yapmak” insanın rolünü, “tandırı kaynatmak/suyu fışkırtmak” Allah’ın gücünü anlatıyor. Eylemleri sonuçlarıyla beraber yaratan Allah’tır ama Allah’ın kulunu desteklemesi için kul önce vazifesini yapmalı ondan sonra işi Allah’a bırakmalıdır.

       28. Sen ve beraberindeki kimseler, gemiye bindiğiniz zaman: “Bütün övgüler, bizi zalim kavmin elinden kurtaran Allah’a aittir” de.
       29. Yine de ki: “Ya Rabbi! Beni güvenli ve kutlu bir yere indir. Çünkü sen konuk ağırlayanların en hayırlısısın.” Bkz. 11/40-44 ve dipnotu, 43/12-13

       “Beni güvenli ve kutlu bir yere indir.” ifadesi, “Nuh Tufanı” diye adlandırılan çevrenin su ile kaplanması olayının bölgesel olduğunu göstermektedir. Nuh Tufanı öyle iddia edildiği gibi bütün dünyayı kapsamış bir felâket değildir. Sadece Hz. Nuh’un toplumundan ona iman etmeyen ve zalimliklerine devam eden kimseleri kapsayan ve onların ölümüne sebep olan bir felakettir.

       30. Şüphesiz bu olayda ibretler vardır. Biz gerçekten (kullarımızı) imtihan etmekteyiz.

       Hz. Âdem’le başlayıp Hz. İbrahim’le zirveleşen ve Hz. Muhammed’le doruk noktasına ulaşan tevhid mücadelesinin içyüzü Kur’an’da hem farklı ilahi öğretilerle hem de kıssalar yoluyla insanlara anlatılmıştır. Meydana gelen hadiselerin sebeplerini iyi tespit edip aynı hataya bir daha düşmemek için kıssalardan ibret almak gerekir.

       31. Sonra onların (Nuh kavminin) ardından başka bir nesli (Âd kavmini) dünyaya getirdik.

       Yemen ile Umman arasında yaşayan Âd kavmi kendi bölgelerinde gerek siyasi gerek ekonomik açıdan büyük bir güçtü! Öyle ki; yeryüzünde kendilerinden daha güçlü hiçbir kavmin bulunmadığını iddia ediyorlardı. Heykellere (putlara) tapan Âd kavmi, zorbalıkta ve zulümde de ileri gitmişti. Kendi içlerinden Hz. Hûd’a peygamberlik görevi verildiğinde, aralarında büyük bir mücadele başlamıştı. Hz. Hûd, putlara tapmanın Allah’a karşı büyük bir saygısızlık olduğunu, zulmün ve zorbalığın insan doğasıyla örtüşmediğini ve gittikleri yolun doğru olmadığını söylüyordu. Bu tebliğ karşısında Âd kavminin ileri gelenleri, ulusal çıkarlarını bahane ederek, ona karşı amansız bir kampanya başlatmışlardı.

       32. Onlara da: “Allah’a kulluk ediniz, O’ndan başka bir ilahınız yoktur, O’na karşı gelmekten sakınmayacak mısınız?” diyen kendilerinden bir Resul (olan Hûd’u) gönderdik.
       33. O Resulün kavminden, Allah’ı inkâr eden, ahireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında kendilerine bolca nimet verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: “O da ancak sizin gibi bir insandır. Yediklerinizden yiyor, içtiklerinizden içiyor.”
       34. “Hal böyleyken kalkar da kendiniz gibi ölümlü birine tabi olursanız, o takdirde kaybeden mutlaka siz olursunuz.”
       35. “(Bu adam) size, ölüp toprağa karıştıktan ve iskelete döndükten sonra yeniden dirileceğinizi mi vaat ediyor?”
       36. “O tehdit edildiğiniz (öldükten sonra dirilmek) çok uzak, gerçekten çok uzak (olacak iş değil, size söylenen bu vaatler boş vaatlerdir)!”
       37. “Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur. (Kimimiz) ölürüz, (kimimiz) yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz.”

       Yani kimi ömrünü tamamlar yok olur gider, kimi de ömrünü tamamlamak üzere doğar hayata gelir ve bu hayat serüveni böyle sürer gider.
     
       38. “O, Allah’a karşı yalan uyduran bir kimseden başkası değildir. Biz ona inanmayız.”

       39. (Resul) dedi ki: “Ya Rabbi! Bunların yalanlamaları karşısında bana yardım et.”
       40. (Allah:) “Yakın zamanda mutlaka pişman olacaklardır!” buyurdu.
       41. Derken onları korkunç bir ses, kıskıvrak yakalayıverdi. Böylece onları çerçöp yığını hâline getirdik. Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!

       Yukarıdaki ayetler; Ad kavmine gönderilen Hz. Hûd için gelmiş olsa da pek çok peygamberin hayatında görülen ortak öğeleri dile getirdiği için genel bir anlam taşımaktadır. Allah, ibret olması bakımından, burada olduğu gibi Kur’an’ın daha pek çok yerinde peygamberlerin, peygamber olarak kavimleriyle yaşadıkları tecrübelerde tekrarlanan benzer yaşanmışlıkları tablolaştırarak insanlara sunmaktadır.

       42. Sonra onların arkalarından (Salih, Lût ve Şuayb’ın kavimleri gibi) başka kavimler dünyaya getirdik.
       43. Hiçbir ümmet/millet kendi süresini ne öne alabilir ve ne de geciktirebilir.
       44. Sonra arka arkaya resullerimizi gönderdik. Hangi ümmete resul geldiyse onu yalanladılar. Biz de onları (yaptıkları yüzünden) birbiri ardından helâk ettik ve onları birer (ibretlik) efsane yaptık. İnanmayanlar toplumu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!
       45-46. Sonra Musa ve (kardeşi) Harun’u ayetlerimizle ve apaçık bir delille Firavun ile kodamanlarına gönderdik. Fakat onlar iman etmeyi kibirlerine yediremediler. Zaten onlar büyüklük taslayan bir zümre idi.
       47. Dediler ki: “Kendi kavimleri (olan İsrailoğulları) bize kölelik ederlerken şimdi kalkıp bizim gibi beşer olan bu iki adama mı inanacağız?”

       Kur’an’da “Firavun” kelimesi sadece Hz. Mûsâ dönemindeki Mısır kralını ifade etmek için kullanılmıştır. Hz. Yusuf devrindeki kral için “rab” ve “melik” kelimeleri kullanılmaktadır Hz. Musa ve Harun’un mücadele ettiği ve ilahlık iddiasında bulunan Firavun, Musa’nın tanrısına ulaşmak için kuleler yaptıracak kadar taşkınlık gösteren, gerçeklere sırt çeviren, halkını küçümseyip zayıfları ezen, yaptığı katliamlarla insanlık tarihinin en büyük katillerinden ve zalimlerinden olan ve zulmü ana rahimlerine kadar uzanan bir kral olarak tasvir edilmektedir.

       48. Böylece ikisini de yalanladılar, bu yüzden de yıkıma uğrayanlardan oldular.
       49. (Daha sonra İsrailoğulları) doğru yolu bulsunlar diye Musa’ya kitabı (Tevrat’ı) verdik.
       50. Meryem’in oğlunu (İsa’yı) da annesiyle bir sembol kıldık ve her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik. Bkz. 19/24
       51. Ey Resuller! Temiz olan şeylerden yiyin, güzel ve erdemli işler yapın! Gerçekten ben yaptıklarınızı hakkıyla bilenim.

       Diğer resulleri de ihtiva eden “Ey resuller” hitabı, peygamberlerin de diğer insanlar gibi yiyip içen ölümlü varlıklar olduklarını vurgulamak ve böylece inkârcıların; “Allah, bizim gibi ölümlü birini resul olarak seçmiş olamaz” mealindeki karşı duruşlarını çürütmek içindir. Bir sonraki ayet de bu hitabın diğer peygamberleri de içine alan bir muhtevaya sahip olduğunu göstermektedir.

       52. İşte bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir (tevhid dini, bütün nebilerde tek bir dindir). Öyle ise emirlerime uygun yaşayıp azabımdan sakının! Bkz. 21/92

       Ayette geçen “ümmet” sözcüğünü “din” olarak alanlar da “ümmet” olarak alanlar da vardır. Her iki durumda da anlıyoruz ki; dinin esasını oluşturan vahiy aynı kaynaktan geliyor o mesaja iman edenler de tek bir ümmet olarak nitelendiriliyor. Bir olan dinin farklı şeriatlara ayrılması peygamberlere indirilen ilave ve özel hükümlerle gerçekleşmiştir. Bu durum dinin farklı olduğunu ve her millete ayrı bir dinin geldiğini göstermez. Tevhid dininin adı “İslam” dır ve bütün peygamberler ve onlara tabi olanlar Müslümandır. Aralarında din ve inanç ayrılığı yoktur. Bugün bu toplumların farklı adlarla anılmaları kendilerinin yakıştırmalarıdır. Hz. Musa zamanında Yahudilik diye bir şey yoktu, herkes Müslümandı. Hz. İsa ve havarileri Müslümandı, Yahudilik ve Hıristiyanlık daha sonradan icat edildi. Kur’an’ın Yahudiler için “Yahûdiyyen”, Hıristiyanlar için “Nesrânîyyen” ifadelerini kullanması (A. İmran 3/67) ya da “Yahudileri “Hâdû”, Hıristiyanları “Nesârâ” şeklinde anması (Bakara 2&62) o toplumların kökeninin ve etnik yapısının bilinmesi içindir.

       53. Fakat insanlar bu inanç birliğini yıkarak çeşitli gruplara ayrıldılar. Her grup kendi inanç sistemi ile övündü. Bkz. 21/93
       54. (Ey Resul!) Sen onları bir zamana kadar, gaflet ve şaşkınlıklarıyla baş başa bırak!
       55-56. Kendilerine verdiğimiz mal ve evlatlarla onlara iyilik için can attığımızı mı sanıyorlar? Hayır, onlar ne yaptıklarının farkında değiller! Bkz. 9/55

       Yani, kendilerine mal mülk ve çocuklar vermekle, Allah’ın onlara özel muamele ettiğini mi sanıyorlar? Bu nimetlerden bir gün gelip hesaba çekilmeyeceklerini ve istedikleri gibi savurganca yaşayabileceklerini mi düşünüyorlar? (Tekâsür 102/8) Verilen çocukların hangi mefkûreye göre yetiştirildiğinin, hangi inanç sistemine göre hayat tarzlarının oluşturulduğunun ve hangi ahlaki meziyetlerle terbiye edildiğinin sorulmayacağını mı sanıyorlar?

       57-58-59. Rablerine olan saygılarından dolayı kötülükten sakınanlar ve Rablerinin ayetlerine inananlar. Rablerine ortak koşmazlar.
       60-61. Rablerine döneceklerini bildikleri için, verdiklerini kalpleri ürpererek/gönülden verenler, işte onlardır iyilikte yarışanlar ve bu yarışı önde götürenler.

       62. Biz hiçbir kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemeyiz. Katımızda, doğruyu söyleyen (ve herkesin yaptıklarının kaydedildiği) bir kitap vardır. (Onun için) onlar haksızlığa uğratılmazlar. Bkz. 18/49

       Yapılan bütün faaliyetlerin bireysel ve toplumsal olarak elektronik ortamda internet üzerinden kaydedildiği nasıl beşerî birtakım sistemler varsa; kıyası kabil olmayan, nasıl olacağını bilemeyeceğimiz bir şekilde bu sistemlerden çok daha gelişmiş olarak bireysel ve toplumsal anlamda etkinliklerin depolandığı ilahi bir sistem mutlaka bulunmaktadır. Bunun bireysel olanına “amel defteri”, toplu olanına da ayette ifade edildiği gibi “Kitap” diyoruz. “Her insanın yaptıklarını kaydeden hayat defterini (Hard Diskini) boynuna taktık. Kıyamet günü herkes için onu, (önünde) açılmış olarak (dünyada yaptıklarını) bulacağı bir kitap (hayat filmi) halinde çıkaracağız.” (İsra 17/13)

       63. (Din ve inanç birliğini bozanlara gelince,) onların kalpleri bu (ilahi kayıt işlemine karşı) bütünüyle ciddi bir aymazlık içindedir! Onların bozgunculuktan başka (daha kötü) eylemlere kalkışma (eğilimleri) de vardır ve onlar bu tür eylemlere devam edip gideceklerdir.

       “İnkârcıların bunlar dışında bir takım kötü işleri de vardır” ifadesi, inkârcıların, Allah’tan başkalarına tanrısal nitelikler yüklemek, servete, şöhrete tapınmak, kendi heva ve heveslerini din haline getirmek, bencillik, zulüm, sömürü, tefecilik, faiz, cinsel sapıklık gibi eğilimlere işaret etmektedir.

       64. Nihayet (onların) refah ve bolluk içinde olanlarını azapla kıskıvrak yakaladığımız zaman, bakmışsın ki feryat edip duruyorlar.
       65. Boşuna feryat edip durmayın bugün! Zira bizden yardım görmeyeceksiniz.
       66. Vaktinde ayetlerimiz size okunduğunda siz onları hiçe sayıyordunuz (onları kabulden yüz çeviriyordunuz).

       Bu âyeti sadece inkârcılar için düşünmek doğru olmaz. Vahye inanan herkes bundan ders çıkarmalıdır. Kişi her ne kadar “Elhamdülillah ben Müslümanım” dese de Kur’an’ın hükümlerini ciddiye almıyorsa ya da onlara göre bir hayat tarzı oluşturmayı düşünmüyorsa o da bu ayetin doğrudan muhatabıdır.

       67. (Size bahşettiğim zenginlikle) ona karşı böbürlenerek geceleri toplanıp hezeyanlar savuruyordunuz. Bkz. 40/12

       Kureyş Müşrikleri geceleri Kâbe’nin etrafında toplanarak tavaf yapmak yerine gelen vahiy hakkında ileri geri konuşuyorlardı. Bunun üzerine, bu âyet nâzil oldu.

       68. Peki, onlar (Allah’ın) sözünü (Kur’an’ı) anlamaya hiç çalışmadılar mı? Yahut kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen (azap görmeyeceklerine dair) bir şey mi geldi?
       69. Ya da onlar henüz kendi resullerini tanımadılar da o yüzden mi onu inkâr ediyorlar?
       70. Yoksa “onda delilik var” mı diyorlar? Hayır! O, onlara hakkı getirdi. (Ne var ki) onların pek çoğu Hak’tan hoşlanmamaktadır.
       71. Eğer Hak onların istek ve arzularına uysaydı, muhakkak ki göklerin, yerin ve gökler ile yerde bulunan tüm varlıkların düzeni bozulurdu. Biz onlara şereflerine vesile olacak olan Kur’an’ı ulaştırdık, onlar ise kendilerine şeref verecek bu Kur’an’dan yüz çevirdiler.
       72. (Ey Resul!) Yoksa sen onlardan (inanmaları için) bir vergi/ücret mi istiyorsun? Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Bkz. 6/90, 34/47, 36/21, 38/86, 42/23
       73. Şüphesiz sen onları doğru bir yola çağırıyorsun.
       74. Fakat ahirete inanmayanlar, ısrarla bu yoldan sapıyorlar.
       75. Eğer onlara acıyarak başlarına gelen herhangi bir beladan kendilerini kurtarsak, saplandıkları inkâr bataklığında azgınlıklarına büsbütün devam edeceklerdi. Bkz. 6/28-29, 8/23
       76. Andolsun, biz onları azap ile kıskıvrak yakaladık da yine Rablerine boyun eğmediler ve (bağışlanmak için) yalvarıp yakarmadılar. Bkz. 6/43
       77. Sonunda, üzerlerine azabı şiddetli olan bir kapı açtığımızda, onlar bunun içinde şaşkına dönüp umutlarını kaybettiler.
       78. Hâlbuki O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. (Buna rağmen) ne kadar az şükrediyorsunuz!
       79. Sizi yeryüzünde yaratıp türeten/yayan O’dur ve O’nun huzurunda (diriltilip) toplanacaksınız.
       80. O, yaşatandır, öldürendir. Gece ile gündüzün birbirini takip etmesi de O’na aittir. Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz?
       81. (Bütün bunlara rağmen) onlar yine de öncekilerin söyledikleri gibi sözler ettiler.
       82. Dediler ki: “Gerçekten biz, ölüp toza toprağa karışmış bir iskelet hâline geldikten sonra mı tekrar diriltileceğiz?
       83. Yemin olsun ki, bu tehdit şimdi bize yöneltildiği gibi daha önce atalarımıza da yöneltilmişti. Bu eskilerin masallarından başka bir şey değildir.”
       84. De ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin): Yeryüzü ve orada bulunanlar kimindir?”
       85. Diyecekler ki: “Allah’ın.” De ki: “O halde ne diye hâlâ düşünüp anlamazsınız?”
       86. De ki: “Peki, kimdir yedi kat göğü yerinde tutan ve yüce kudret tahtında hükümran olan?”
       87. “Allah’tır” diyecekler. De ki: “Artık O’na karşı gelmekten sakınmayacak mısınız?”
       88. De ki: “Her şeyin yönetimini elinde tutan, koruyup kollayan ama kendisine karşı (kimsenin) korunup kollanamayacağı kimdir? Biliyorsanız, (söyleyin)!” Bkz. 21/23
       89. (Sana) “Bu yetki Allah’a aittir” diyecekler. De ki; “O halde nasıl oluyor da yanıltılıyorsunuz?”

       Yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığına göre, inkârcı ya da müşrik diye adlandırılan kesim Allah’ı inkâr etmiyor. O’na ve O’nun yaratıcılığına, kudretine, büyüklüğüne inanıyor ama Peygambere ve ona gönderilen vahye iman etmiyor. Demek sadece “Lâ ilâhe illellâh” (Allah’tan başka ilah yoktur) demek Müslüman olmak için yetmiyor. Kelime-i tevhidin içinde şirkten tamamen arındıktan sonra, ahirete iman, Hz. Peygamber’i kabul ve ona indirilen Kitab’ı tasdik olmalıdır. Başka bir deyişle, Allah’tan başka varlıklara tanrısal nitelikler yakıştıran, Kur’an mesajını kısmen veya tamamen devre dışı bırakarak onun hayata müdahalesine karşı çıkan ve Hz. Peygamber’i dışlayan ya da görmezlikten gelen bir zihniyet, İslâm inanç ve tasavvuruyla asla bağdaşamaz. Kur’an inanç temelli mesajların ve evrensel ahlâkî değerlerin bulunduğu bir hayat kitabıdır, hayata geçirilenler Kur’an’ın tasvibinden geçmelidir. Hz. Peygamber bir modeldir, hayat rehberidir, ahlak örneğidir, yaşananlar ana hatlarıyla Hz. Peygamberin hayatıyla örtüşmelidir. O nasıl Kur’an ahlakıyla yani Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmışsa ona tabi olan Müslümanlar da öylece Kur’an ahlakıyla ahlaklanmalıdır. Hayatında Kur’an ahlakı olmayanların Müslüman olduğunu söylemeleri İslam adına bir şey ifade etmez ve sadece dil ile söylenen bir iddiadan ibaret kalır.

       90. Aslında biz onlara gerçeği sunduk, fakat onlar hala yalan söylüyorlar.
       91. Allah asla evlat edinmemiştir ve O’nun beraberinde bir başka ilah da yoktur. (Olsaydı) o zaman her ilah, kendi yaratıklarını otoritesi altına alıp bir yana gider ve biri öbürüne karşı üstünlük kurmaya çalışırdı. Allah onların bu asılsız yakıştırmalarından uzaktır. Bkz. 21/22

       Yahudiler “Üzeyir Allah’ın oğludur” diyorlardı, Hıristiyanlar ise “Mesih (İsa) Allah’ın oğludur” iddiasında bulunuyorlardı. Bu âyet aynı zamanda onlara da cevap niteliğindedir.

       92. (O,) insanların algı ve tasavvurlarının erişemediği şeyleri de onların akıl ve duyu yoluyla tanıklık edebildikleri şeyleri de bilir. O, müşriklerin koştukları ortaklardan çok yücedir.
       93. De ki: “Ey Rabbim! Onlara vaad edilen o azabı bana mutlaka göstereceksen (ben hayatta iken onları cezalandıracaksan),
       94. Rabbim! Beni o zalimler topluluğu içinde bırakma!”
       95. (Ey Resul!) Bizim onlara vaad ettiğimiz azabı sana göstermeye elbette gücümüz yeter.
       96. (Fakat onlar ne yaparlarsa yapsınlar, sen yine de onların işlediği) kötülüğü, en iyi yol hangisi ise, onunla sav! Biz onların asılsız yakıştırmalarını herkesten iyi biliyoruz.

       “Kötülüğün en iyi yolla savulması” hoşgörülü ve bağışlayıcı olmayı, kötülüğe iyilikle mukabele etmeyi de işaret eder. Nitekim Allah kötülüklere karşılık vermeye, kısasa müsaade eder ama bağışlamanın daha erdemli bir davranış olduğunu bildirir ve bu konuda kendi ahlakına vurgu yapar. “Hoşgörülü ve bağışlayıcı olursanız, bilin ki Allah da tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.” (Teğâbûn 64/14) “Sen affetmeyi ve müsamahayı esas al! …” (A’râf Sûresi,199) “… Sen kötülüğü en güzel şekilde savuştur! Bak gör o zaman, seninle arasında düşmanlık olan biri bile sanki sımsıcak bir dost kesiliverir. (Fussılet 41/34)

       97. De ki: “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden (telkinlerinden) sana sığınırım!
       98. Ey Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım!” Bkz. 7/200, 41/36
       99. Sonunda onlardan biri ölümün eşiğine geldiğinde der ki: “Ya Rabbi, beni geri gönderin!
       100. (Gönderin ki,) arkada bıraktığım yerde iyi bir iş yapayım.” Hayır, hayır! Bu onun söylediği anlamsız bir sözdür. Çünkü dünyadan ayrılanların önünde, (kıyamette) tekrar diriltilecekleri güne kadar (geri gelmelerine mâni olacak) bir berzah vardır.

       Ölüm vakti gelen kişi tam ruhunu teslim ederken gideceği yeri görecektir. İyi işler yapmış erdemli kişilere ruhları teslim alınırken melekler şu müjdeyi verir: “‘Selam üzerinize olsun, yapmış olduğunuz iyiliklerin karşılığı olarak Cennete giriniz.’ derler.” (Nahl, 16/32) Fakat zulmederek ve kötülük yaparak ölenler için ise şöyle söylenir: “Meleklerin, inkârcıların/vefasızların/zalimlerin canlarını alırken, yüzlerine ve sırtlarına vurarak (onlara): ‘Yakıp kavuran azabı tadın bakalım! (dediğini) bir görseydin!’” (Enfal, 8/50) Demek iyi kimseler ölüm anıdan cennetle müjdelenecek, inkârcı kötü kimseler de cehennemdeki yerlerinden haberdar olacaktır.
       İki şey arasında bulunan engel, geçit, mesafe anlamlarına gelen “berzah” terimi burada, ölüm ile başlayıp, yeniden dirilmeye kadar geçen süreyi ifade etmek için kullanılmıştır. Bu ayet aynı zamanda reenkarnasyon, yani ruhun tekrar bedenlendiğine inanan spiritüalistlerin inancını da reddetmektedir.

       101. Ve sonra, (kıyamet için) sura üflendiği zaman, o gün artık ne aralarındaki kan bağları işe yarayacaktır ne de birbirlerine soru sorabileceklerdir.
       102. O zaman kimin tartıları (iyilikleri) ağır gelirse, işte onlar zafere kavuşacaklardır.

       Burada sadece bir emeklilik ve sonrası için 40-45 sene çalışan ve fakat ebedi hayatı ciddiye almayan insanlara da bir mesaj vardır. Garantisi olmayan 20-30 yıllık bir hayat için uzun yıllar sermaye biriktirmeniz gerekiyor da ebedi cennet için bir şey gerekmez mi? Dünyada ev araba gibi değerli şeyleri alabilmek için iyi bir kredi skoruna ihtiyaç duyuyorsunuz da ahirette iyi bir hayat yaşamanız için itibarlı bir kredi skoruna ihtiyacınız olmayacak mı?

       103. Kimin de tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana uğratanlardır. Onlar cehennemde kalacaklardır.
       104. Ateş, onların yüzlerini yalayarak yakacak, bu yüzden, dudakları kasılacak ve dişleri sırıtacaktır. Bkz. 14/50, 21/39
       105. (Onlara şöyle denilecek:) “Karşınızda (bu azabı haber veren uyarıcı) ayetlerim okunurken onları yalanlayan sizler değil miydiniz?”
       106-107. (Onlar şöyle) diyecekler: “Ey Rabbimiz! Biz azgınlığımıza yenik düştük ve sapık bir toplum olduk. Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer (tekrar günaha) dönersek şüphesiz kendimize zulmetmiş oluruz.”
       108. (Allah buyuracak:) “Kalın kaldığınız yerde! Ve benimle bir daha asla konuşmayın!”
       109. “Hani vaktiyle kullarımın bir bölümü: ‘Ey Rabbimiz! Biz sana inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın!’ diye dua ediyordu.
       110. Siz ise onlarla alay ediyordunuz. Bu yaptıklarınız size beni anmayı unutturuyordu. Onlara hep gülüyor (ve onlarla dalga geçiyor)dunuz.
       111. Ama ben (vaktiyle hor gördüğünüz bu insanları) sabretmeleri sebebiyle, bugün mükâfatlandırdım. Şüphesiz onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”
       112. (Allah inkârcılara:) “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” diye soracak.
       113. (Onlar:) “Bir gün, ya da günün bir kısmı kadar kaldık, tam olarak hesap tutan (melek)lere sor (bizim gün sayacak halimiz kalmadı)!” diyecekler. Bkz. 20/103, 30/55, 79/46

       Azap görecek olan insanlarla Allah arasında geçecek olan bu temsili diyalog, Kur’an’ın başka yerlerinde de görülmektedir. Allah zamandan ve mekândan münezzehtir. Yani O’nun varlığı belli bir zamanla sınırlı olmadığı gibi belli bir mekâna da bağlı değildir. Zira zaman ve mekân yaratılmıştır, Allah ise her şeyi yaratandır. (En’am 6/102) Dolayısıyla O yaratılmışlara has özelliklerden beridir. Başka bir ifadeyle Allah, ezelde de ebedde de sonsuza dek bütün zamanların ötesinde bir varlıktır. Çünkü Allah varken ne zaman vardı ne de mekân. Bu itibarla Allah için yön, zaman, mekân mevzubahis değildir. Allah’ın yarattığı varlıklar zamana bağlı oldukları için Kur’an’da verilen örnekler zaman kavramıyla ifade edilmiştir. Burada zaman konusundaki diyalogla verilmek istenen mesaj, ahirete kıyasla dünya hayatının kısalığıdır.

       114. (Allah, şöyle) buyuracak: “(Dünyada) çok az bir zaman kaldınız. Keşke bunu (daha önce) bilmiş olsaydınız.” Bkz. 10/45, 20/104
       115. “Sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sanıyorsunuz?”

       Demek insan keyfine göre yaşayacak, istediğini yapacak, iyi bir makama gelecek, şöhret olacak, yan gelip yatacak, istediği gibi gezip tozacak, evlenip çoluk çocuk sahibi olacak, lüks eşyalarla donatılmış villalarda saraylarda ikamet edecek, son model arabalara binecek, nefsinin arzuları istikametinde servet edinecek ve bu servet üzerinde istediği gibi tasarruf edecek; saygısı, sevgisi, sorumluluğu, gayesi, ilkesi, vazifesi olmayan boşuna yaratılmış bir varlık değildir. O dünyadaki diğer canlılar arasında vazifesi olan ve sorumluluk taşıyan yegâne varlıktır. İnsanın en önemli vazifesi; Yaratıcısına iman etmek, O’nu tanımak, O’na karşı sorumluluk bilinciyle yaşamak, imanın gereklerini yerine getirmek, dünyadaki zorluklarla kemale ererek erdemli bir hayat ortaya koymak ve ebedi saadete ermektir.

       116. Allah yüceler yücesidir, mutlak hüküm sahibidir. O’ndan başka ilah yoktur. Yüce arşın sahibi O’dur!
       117. Kim kanıtlayıcı bir delile dayanmadığı halde Allah’ın yanı sıra başka bir ilaha kulluk ederse onun hesabını Rabbi görecektir. Şüphesiz inkârcılar asla kurtuluşa eremezler
       118. De ki: “Ey Rabbim! Bağışla, merhamet et! Çünkü sen merhamet edenlerin en hayırlısısın!”