38 – Sad

       Sâd suresi, Mekke döneminde inmiş olup 88 ayettir. Sure adını, birinci ayette geçen “Sâd” harfinden almıştır. Kur’an’ın önemine dikkat çekerek başlayan sûrede inkârcıların Kur’an’ın kendilerinden olan birine değil de Muhammed’e gelebileceğine ihtimal vermedikleri anlatılıyor. Hz. Davud ile oğlu Süleyman’ın belli imtihanlardan geçtikten sonra Allah nezdinde yüksek bir makama ulaştıkları ifade ediliyor. Hz. Eyyub, İbrâhim, İshak, Yakup, İsmail, Elyesa ve Zülkifl peygamberlerin hayatlarından kesitler veriliyor. Yeryüzünde bozgunculuk yapanlarla mümin, sâlih ve takva sahibi kimselerin Allah nezdinde bir olmayacağı anlatılıyor. Allah’a, resulüne ve müminlere karşı saygılı olan kimselerin varacakları cennetin tasviri yapılıyor. Ardından haddi aşanların cehennemdeki durumuna temas ediliyor. Hz. Âdem’in yaratılışı ve İblîs’in ona karşı olan tavrı ayrıntılı biçimde konu ediliyor. Mekkelilerin Müslümanlara yaptığı eziyetlere karşı Müslümanların yumuşak bir üslûpla karşılık vermelerinin emredildiği sûrede ilahi dinin hak olduğunun yakın bir gelecekte herkes tarafından bilineceğine dikkat çekiliyor.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
       1-2. Sâd. Öğüt dolu olan Kur’an’a andolsun ki inkârda direnenler yersiz bir gurura kapılarak (doğru yolu bırakıp) yanlış ve eğri yollara sapmışlardır.

       “Sâd” harfi “ile ilgili Bakara suresinin birinci ayetinin dipnotuna bakabilirsiniz.

       3. Onlardan önce nice nesilleri (yaptıkları yüzünden) helak ettik. Ve kaçmalarının mümkün olmadığını anladıklarında (bize nasıl) yalvarıyorlardı (bir görseydin)!
       4-5. Aralarından bir uyarıcı gelmesine şaşırdılar. O inkârcılar dediler ki: “Bu yalancı bir sihirbazdır. O, bütün ilahları (reddedip) bir tek ilah olduğunu mu iddia ediyor? Doğrusu, bu çok tuhaf bir şeydir!” Bkz. 7/69, 10/2
       6. Onlardan önde gelen bir grup: “Haydi yürüyün (ve varın Muhammed’in üzerine)! İlâhlarınız(a ibadet) konusunda diretin, pes etmeyin ve ilahlarınıza sımsıkı sarılmaya devam edin. Yapılacak tek şey budur!”
       7. “Doğrusu biz bu tevhid inancını çağdaş inanç sistemlerinin hiçbirinde duymadık. Bu sırf bir uydurmadır!”
       8. “Ne yani! İçimizden (başka kimse bulunamamış da) Kitap ona mı inmiş?” Hayır, hayır! Onlar, (sırf kibir ve gururları sebebiyle) Benim mesajım konusunda şüphe içinde bocalamaktadır. Gerçekte onlar, henüz azabımı tatmadılar, (tatsalardı böyle yapmazlardı).
       9. Yoksa mutlak güç sahibi ve çok bağışlayan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?
       10. Ya da göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı, onların elinde midir? Öyleyse (akıllarına gelebilecek) her türlü vasıta ile (göklere) yükselsinler (de Kur’an’ın sana indirilmesine mâni olsunlar) bakalım!
       11. Onlar, burada ne kadar (sıkı şekilde) bir araya gelmiş olsalar da (hakikati kabule yanaşmazlarsa) bozguna uğratılacaklardır.
       12. Onlardan önce Nuh kavmi, Ad kavmi ve (piramitlerle dünyaya) kazık çakan Firavun da yalanlamıştı.
       13. Semud kavmi, Lût kavmi ve Eyke halkı da yalanlamıştı. İşte bunlar da (elçilere) karşı birleşen kabilelerdi.
       14. Hepsi de resulleri yalanladılar ve bu yüzden azabı hak ettiler.
       15. Ve o (hakikati inkâr ede)nleri, tek bir (bela) çığlığı beklemektedir. O, (vakti gelince) bir an bile gecikmeyecektir.
       16. (Müşrikler alay ederek:) “Rabbimiz! Bizim azap payımızı hesap gününden önce ver” diyorlar.
       17. (Ey Muhammed!) Onların söyledikleri her şeye sabırla katlan ve (bu konuda) güçlü bir iradeye sahip bulunan kulumuz Davud’u da hatırla! Çünkü o, tam bir teslimiyetle sürekli Allah’a yöneliş halinde idi.

       Sabır sadece Hz. Peygambere değil, aynı zamanda bütün peygamberlere ve bütün inananlara tavsiye ediliyor. Allah, Hz. Davud örneğini verirken sabırla beraber teslimiyete de dikkat çekiyor. Teslimiyetin olmadığı yerde sabır külfet olur. Peygamberler başlarına gelen sıkıntıları, acıları teslimiyetle çözmüş, zorluklara sabırla göğüs germişlerdir.

       18. Biz dağları onunla birlikte buyruk altına almıştık. Her sabah ve her akşam, onunla birlikte dağlar da kudret ve ihtişamımızı dillendirir (işlevlerini yerine getirirler)di. Bkz. 21/79, 34/10

       Güneşin doğuşunda ve batışında dağların fonksiyonu çok büyüktür. Sabah güneş doğarken dağın arkasından yavaş yavaş gökyüzüne doğru yükselmesi ve günün bütün ihtişamıyla ortaya çıkması, canlılarda hareketlenmeleri, koşuşturmaları başlatır ve hayat bütün canlılığıyla kendini gösterir. Akşam olunca da yine dağın tepesinden arkaya doğru yavaşça süzülmeye başlar ve günün aydınlığı yorgunluğuyla beraber karanlığa teslim olur ve bütün canlılar istirahate çekilmek üzere barınaklarına yönelir. Allah’ın kudret ve ihtişamını dağların dillendirmesi bu şekilde olur.

       19. Kuşlar da toplu olarak onunla beraberdi. Bunların hepsi de daima O’na yönelmişlerdi (Allah’ın istediği şekilde görevlerini yapıyorlardı)!
       20. Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiş, ona hikmet ve güzel konuşma yeteneği vermiştik.
       21. (Davud’un ibadet ettiği) mabedin duvarlarına tırmanan (iki) davacının kıssasından haberin oldu mu?
       22. Hani Davud’un yanına girmişlerdi de Davut onlardan korkmuştu. Onlar: “Korkma! Biz, iki davacıyız. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet! Haksızlık etme ve bizi hak yola ilet!” demişlerdi.
       23. (İçlerinden biri şöyle dedi:) “Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken: ‘Onu da bana ver’ dedi ve tartışmada beni bastırdı.”
       24. (Davud) dedi ki: “Bu (adam) senin koyununu kendi koyunları arasına katmak istemekle sana haksızlık yapmıştır. Zaten, malda ortak pek çok kimse vardır ki, birbirlerinin hakkına tecavüz ederler. Ancak iman edip doğru ve yararlı işler yapanlar bunun dışındadır. Onlar da pek azdır.” Davud, (bununla) bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken hemen Rabbinden af diledi ve baş eğip iki büklüm bir halde tevbe ederek O’na yöneldi.

       Hz. Dâvud taraflardan sadece birini dinleyip diğerini dinlemeden karar vermekte acele davrandığı için yanlış yaptığını düşünerek Allah’a tevbe ediyor. Çünkü adalet tek tarafı dinleyerek sağlanamaz. Zira şikayetçi taraf yalan söylemiş ya da bazı detayları gizlemiş olabilir.

       25. Biz de onun bu husustaki hatasını bağışladık. Çünkü onun yanımızda yüksek bir değeri (kredisi) ve dönüp geleceği güzel bir makamı vardı.
       26. (Ona dedik ki:) “Ey Davud! Gerçekten Biz seni yeryüzünde halife yaptık. Öyleyse insanlar arasında adaletle hükmet! Boş arzu ve heveslere uyma! Sonra onlar seni Allah yolundan saptırır. Şurası bir gerçek ki, Allah’ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmuşlardır ve bu sebeple de kendileri için çok çetin bir azap vardır.”
       27. Biz göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları boşuna yaratmadık. Bu (yaratılanların boş yere yaratıldığı iddiası) inkârcıların kuruntusudur. Vay o inkârcıların ateşteki haline! Bkz. 21/16, 44/38
       28. İnandıktan sonra doğru ve yararlı işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlarla bir mi tutsaydık? Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanları yoldan sapmışlarla bir mi saysaydık? Bkz. 45/21, 59/20
       29. (Bu Kur’an,) ayetlerini iyice düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz bereketli bir kitaptır.
       30. Biz Davud’a (oğul olarak) Süleyman’ı bahşettik. O, ne güzel bir kuldu! O, her daim hayatını Allah’a göre yaşardı.
       31. Hani, gün batımına doğru kendisine (cihad için beslenen,) durduklarında sakin, koştuklarında süratli safkan atlar sunulmuştu.

       Atın üç ayağını basıp birinin tırnağını dikerek duruşuna “sufun” denilir. Bu duruşu gerçekleştiren ata “safin”, çoğuluna da “safinat” denilir. “Ciyad” ise, “koşuda hızlı olan cins at” demektir. Dolaysıyla buradaki “safinat” duruştaki asaleti, “ciyad” da gidişteki sürati ifade etmektedir.

       32. (Onları bir süre izleyen Süleyman), “Benim bu atlara olan sevgim Rabbimi hatırlattıkları (ve O’nun adını yaymaya hizmet ettikleri) içindir.” dedi. Ve atlar, gözden kayboluncaya kadar (onları izlemeye devam etti). Ardından:
       33. “Onları bana geri getirin” dedi. (Atlar gelince de onların) bacaklarını ve boyunlarını şefkatle okşadı.
       34. Andolsun, biz Süleyman’ı imtihan ettik, tahtının üstünde bir ceset bıraktık. Sonra tekrar tevbe ile önceki haline döndü.

       Tefsir ulemasının çoğu, Hz. Süleyman’ın tahtı üzerine konan cesedin, bizzat kendi bedenine ve mecazî olarak krallık otoritesine işaret ettiğini iddia eder. Çünkü bu otorite, Allah’ın koyduğu ahlakî değerlerden beslenmediği sürece cansız bir bedenden faksızdır. Ayrıca, klasik Arapçada, ahlakî değerlerden yoksunluğun zaafa uğrattığı kişi, “cansız bir beden” olarak da tanımlanır. Allah kimine çok vererek, kimine az vererek, kimini de verdiklerini geri alarak sınavdan geçirir. Hz. Süleyman da çoklukla sınavdan geçirildi. Ayetlerden anlaşıldığına göre ufak tefek tökezlemeler yaşadıysa da hiçbir zaman isyan derecesinde şımarıp haddi aşanlardan olmadı.

       35. (Süleyman:) “Rabbim, beni bağışla! Bana, (Sen’in yolunda) hizmet için öyle bir hükümdarlık lütfet ki, benden sonra kimseye nasip olmasın. Şüphesiz ki Sen, bütün isteklere (dualara) karşılık verensin.”
       36. Biz de (duasını kabul ettik ve) rüzgârı hizmetine sunduk. Rüzgâr, O’nun emri altında ve dilediği yere tatlı tatlı eserdi.
       37. Her biri bina inşa etsin ve (kıymetli taşlar çıkarmak için) dalgıçlık yapsın diye şeytanları (cinleri) de (emrimiz altında hizmetine verdik).
       38. Ve (zarar vermemeleri için) zincirlerle birbirine bağlanmış (cinler gibi) başkalarını da (onun emrine verdik).

       “Başkalarını” ifadesi, isyancı kabileler için kullanılmış olabilir. Protestoya ve bozgunculuğa meydan verilmemesi için zincirlerle bağlanarak kontrol altına alınmışlar.

       39. (Ve ona dedik ki: Ey Süleyman!) “Bu Bizim sana lütfumuzdur. İstersen sen de (eksilir endişesine kapılmadan ve) hiçbir hesap yapmadan onlardan başkasına verebilirsin, istersen hiç vermezsin. Her iki durumda da sorguya çekilecek değilsin.”
       40. Kuşkusuz onun, yanımızda yüksek bir değeri (kredisi) ve dönüp geleceği güzel bir makamı vardır.
       41. (Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyub’u da hatırla! Hani o, Rabbine: “(Rabbim!) Doğrusu şeytan bana (tam bir) bıkkınlık ve azap hissi vermektedir!” diye seslenmişti.

       Hz. Eyyub, malını, ailesini ve sağlığını kaybederek büyük bir imtihandan geçmişti. “(Rabbim!) Doğrusu şeytan bana (tam bir) bıkkınlık ve azap hissi vermektedir!” diyerek Rabbine dua etmişti. Hz. Eyyub yıllar süren dertlere, acılara karşı sabır ve metanetinden bir şey kaybetmemişti. Ancak Şeytan onun bu durumdan yararlanarak ona vesvese yoluyla çekilmez acılar yaşatmıştı. Hz. Eyyub yaşadığı bu acılardan değil şeytanın vesvesesinden bıkmıştı. İşte Hz. Eyyub bu ıstırabı dile getirerek azabı şeytana nispet etmişti.

       42. (Bunun üzerine kendisine:) “Ayağını (yere) vur: İşte yıkanabileceğin ve içebileceğin bir soğuk su!” dedik.
       43. Biz ona katımızdan bir rahmet ve akıl sahipleri için bir öğüt olmak üzere (kendisini terk eden) yakın çevresini ve onlarla beraber bir kat daha fazlasını bahşettik. Bkz. 21/83-84
       44. (Ve sonunda ona dedik ki:) “Eline bir deste (sap) al, böylece onunla vur ve yeminini bozma!” Gerçekten, biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü O, tam bir teslimiyetle sürekli Allah’a yöneliş halinde idi.

       Hz. Eyüp, gittiği yerden gelmek için geciken karısına çok kızıp, iyileştiği zaman yüz değnek vuracağına dair yemin etmişti. Hâlbuki gecikmeden dolayı karısı yüz değneği hak etmemişti ve üstelik kocasına karşı da hizmette ve saygıda kusursuzdu. Allah, yemininden dolayı günahkâr olmasın diye Hz. Eyüp’e kolaylık göstermişti. Yüz değneği (sapı) bir araya getirip eşine vurmakla yemin yerine gelecekti. Böylece, Hz. Eyüp’e gösterilen bu yol, ruhsat meselesi olarak içtihada dayanak olmuştur. Bazıları bu durumu Allah’a hile yapmayı yakıştırmak olarak değerlendirse de bu doğru değildir. Zira bu yol yeminleri yerine getirmenin farklı bir versiyonudur. Burada esas olan Hz. Eyyub’un şahsında olduğu gibi kişinin Allah’a karşı sorumluluğunda hassasiyet gösterdiğini ve insanî ilişkilerde duyarlı ve bilinçli olduğunu ortaya koymasıdır. Yeminlerdeki maksat da zaten budur. Allah’ın koyduğu kurallar ceza vermeye değil, öğretmeye, eğitmeye, terbiye etmeye, kemâle erdirmeye matuftur.

       45. Güçlü ve basiretli kullarımız İbra-him’i, İshak’ı ve Yakub’u da hatırla!
       46. Samimiyetle ahirete odaklanmalarına karşılık onları bize karşı samimi kişiler kabul ettik.
       47. Çünkü onlar, bizim katımızda seçkin ve erdemli kimselerdir.
       48. (Yine sana örnek olarak,) İsmail’i, Elyesa’yı ve Zülkifl’i de hatırla. Çünkü onların hepsi de dürüst ve erdemli insanlardı.
       49-50. İşte bu (mesaj), bir öğüttür! Doğrusu Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanlar için elbette güzel bir dönüş yeri ve kapıları onlar için ardına kadar açık olan sonsuz mutluluk, esenlik cennetleri vardır.
       51. Orada uzanıp dinlenecekler (ve) her tür meyveyi ve içeceği, (serbestçe) isteyebilecekler.
       52. Ve yanlarında kendilerine denk, gözü başkasında olmayan (eşler) bulunacak.
       53. İşte bunlar, hesap günü için size vaad edilenlerdir.
       54. İşte bu, (size) vereceğimiz tükenmeyen nimetimizdir!
       55-56. Bu (nimetler dürüst ve erdemliler içindir). Doğruluk ve dürüstlük sınırlarını aşanları ise en kötü bir akıbet beklemektedir. Onlar cehenneme girecekler. Orası ne kötü bir kalma yeridir!
       57. İşte bu (böyleleri içindir)! Öyleyse bırak, yakıcı bir ümitsizliği ve iç karartıcı zehirli bir azabı sonuna kadar tatsınlar.
       58. Ve daha bunlara benzer başka azaplar da vardır.
       59. (İnkârda ve isyanda başı çekenlere cehennemde şöyle denecek:) “İşte (dünyada size uyup da peşinizden gelen ve) sizinle beraber (cehenneme) girecek olan bir topluluk.” (Başı çekenler de şöyle diyecekler:) “Rahat yüzü görmesin onlar! Elbette onlar da (bizim gibi) ateşe girecek ve orada yanıp kavrulacaklardır.”
       60. (Kendilerine uyanlar da:) “Hayır, asıl siz rahat yüzü görmeyin! Bu cehennemi bizim önümüze siz sürdünüz. Orası ne kötü bir yerdir!
       61. Ey Rabbimiz! Bunu kim başımıza getirdiyse, ateşte onun azabını kat kat artır” diyecekler. Bkz. 2/165-167, 7/38
       62. (Cehennemlikler inananları kastederek) şöyle diyecekler: “Dünyada kendilerini kötü (ve değersiz) saydığımız birtakım insanları (burada) neden görmüyoruz?
       63. Aklımız sıra, onlarla alay ederdik. Yoksa gözlerimiz onlardan kaydı da onun için mi (kendilerini göremiyoruz)?”
       64. İşte bu kesin gerçektir. Ateş mah-kûmları, aralarında gerçekten böyle çekişeceklerdir.
       65. (Bütün insanlara) de ki: “Ben ancak bir uyarıcıyım! (İnanıp inanmamak size kalmış bir şey) Her şey üzerinde mutlak otorite sahibi olan tek Allah’tan başka (emrine kayıtsız şartsız uyulacak ve otoritesine boyun eğilecek) hiçbir ilâh yoktur.”
       66. “Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi olan Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.”
       67. De ki: “Bu (Kur’an), muazzam bir mesajdır/haber kaynağıdır/öğretidir.
       68. Siz ise ondan uzaklaşıp duruyorsunuz.”
       69. (Ey Muhammed! Yine de ki:) “Aralarında (insanın yaratılışı konusunda) tartıştıkları sırada, yüce konseyde (ileri gelen melekler topluluğunda) olup bitenler hakkında benim hiçbir bilgim yoktur.”
       70. “Bana ancak, benim sadece bir uyarıcı olduğum vahyediliyor.”
       71. Hani, Rabbin meleklere şöyle demişti: “Muhakkak ben çamurdan bir insan yaratacağım.”
       72. “Onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman derhal ona secde edin!” Bkz. 2/34 ve açıklaması, 15/29
       73. Derken bütün melekler secde ettiler.
       74. Yalnız İblis, büyüklük tasladı ve kâ-firlerden oldu.
       75. Allah: “Ey İblis!” dedi, “kendi ellerimle (kudretimle) yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? (Başkasına boyun eğmeyecek kadar) kibirli misin, yoksa kendini (herkesten) üstün görenlerden biri misin?”
       76. İblis: “Ben ondan üstünüm. Beni ateşten, onu çamurdan yarattın” dedi. Bkz. 2/34 ve dipnotu, 7/12, 17/61, 18/50, 20/116
       77. Allah, şöyle buyurdu: “Öyle ise çık oradan (cennetten), çünkü sen kovuldun artık!”
       78. “Hesap gününe kadar lanetim senin üzerinde olacaktır!”
       79. İblis: “Ya Rabbi, o halde insanların diriltileceği güne kadar bana süre ver” dedi.
       80-81. (Allah) buyurdu ki: “O halde sen, zamanı (yalnız benim tarafımdan) bilinen güne kadar (kendilerine) süre tanınanlardansın.”
       82-83. İblis: “Senin kudretine andolsun ki, içlerinden sadece samimi olanlar hariç, onların hepsini mutlaka azdıracağım.”

       “Samimi kulların hariç” ifadesinden anlaşılıyor ki şeytanın samimi mü’minler üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Nitekim “(Şeytanın) inanan ve yalnız Rablerine güvenen kimseler üzerinde hiçbir etkisi/hâkimiyeti yoktur.” (Nahl 16/99) buyrulmaktadır. Çünkü onlar bütünüyle Allah’a teslim olmuş, kalplerini O’na tahsis etmiş ve işlerinde O’nu vekil kılmışlardır. Kul Allah’ı terk etmedikçe Allah kulu terk etmez. Çünkü O, kulunu yarattığı zaman ruhundan ona üfleyerek onu bütünüyle himayesine almıştır. Günde beş vakit namaz gibi ibadetler Yaratanla yaratılan arasındaki himayeyi devam ettirmek ve ilişkiyi sağlamlaştırmak içindir. Allah’ın korumasında olan kişiyi şeytanın alt etmesi elbette ki düşünülemez. Onun için Allah her durumda “şeytanın şerrinden Allah’a sığın” diye uyarıda bulunuyor. Besmele de bu anlamda çok önemlidir. Çünkü “Bismillah” ile adım atan “ben Allah için yaşıyorum, O’nun rızası doğrultusunda hareket edeceğim ve hayatımı O’nun istediği gibi yaşayacağım” diyerek teslimiyette ki kararlılığını ortaya koyuyor.

       84. (Allah, şöyle buyurdu:) “İşte bu doğru. (Şimdi dinle,) Ben de (bir başka) doğruyu söyleyeyim:
       85. Andolsun ki, cehennemi seninle ve onlardan sana uyanlarla dolduracağım.” Bkz. 15/28-44
       86. (Ey Resul!) De ki: “Bu (tebliğ görevi için) ben sizden hiçbir ücret istemiyorum ve ben kendiliğinden bir teklif getirenlerden de değilim. Bkz. 6/90, 23/72, 25/57, 34/47, 36/21, 42/23
       87. “Bu (Kur’an, kıyamete kadar gelecek), bütün âlemler için ancak bir öğüttür.
       88. Onun verdiği haberlerin doğruluğunu bir süre sonra mutlaka öğreneceksiniz.” Bkz. 6/67