40 – Mü’min

       Mü’min suresi, Mekke döneminde inmiş olup 85 ayettir. 56 ve 57. ayetler Medine döneminde inmiştir. Sure adını, 28. ayette geçen ve “İman eden” anlamına gelen “Mü’min” kelimesinden almıştır. Sûrede Allah’ın günahları bağışlayan, tövbeleri kabul eden, kötüleri şiddetle cezalandıran, iyilere lütuf ve ihsanda bulunan tek ilâh olduğu ifade ediliyor. Hz. Nuh’un kavmi ve ardından gelen diğer inkârcı grupların dünya ve âhiretteki akıbetlerinden söz edilen ve Hz. Musa ve Firavun mücadelesine de yer verilen sûrede azap haberi veren âyetlerin yanında ilâhî rahmet ve cennetten bahsediliyor, kâfir ve zalimlerin cehennemdeki durumlarına değiniliyor. Allah’ın peygamberlere ve onlara tabi olanlara dünya hayatında zafer vereceği, âhirette kendilerini mutlu kılacağı, zalimlere ise lânet edileceği ve onlar için kötü bir mekân hazırlanacağı ifade ediliyor. Allah’ın âyetlerine karşı direnenlerin hayal ürünü bir kibre kapıldıkları anlatılan sûrede insanlara tabiat içinde verilen üstün konuma ve lütfedilen imkânların bir kısmına temas ediliyor. Ayrıca sûrede Allah’ın âyetlerine karşı mücadeleye girişenlerin servet ve iktidar sahibi, kibirli, zorba ve şımarık kimseler olduğu bildiriliyor. Hz. Peygamber ve müminlerden her durumda sabır göstermeleri, Allah’tan af dilemeleri, içtenlikle sadece O’na dua etmeleri, Allah’a güvenmeleri ve teslim olmaları, dünyada elde edilebilecek zafer ve muvaffakiyeti Allah’a bırakmaları isteniyor.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
       1-2-3. Hâ Mîm. Bu Kitab’ın indirilişi, mutlak güç sahibi, (her şeyi) hakkıyla bilen, günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı ağır ve lütfu sınırsız olan Allah tarafındandır. Ondan başka ilah yoktur. Dönüş ancak O’nadır.

       “Ha-Mim” harfleri ile ilgili 2/1 dipnotuna bakabilirsiniz.

       4. Allah’ın ayetleri hakkında inkârcılardan başkası tartışmaya girişmez. Fakat onların yeryüzünde keyif çatarak dolaşmaları seni yanıltmasın!
       5. Onlardan önce Nuh’un kavmi ve onlardan sonraki topluluklar da (elçileri) yalanlamıştı. Öyle ki, her ümmet kendi resulünü yakalayıp cezalandırmaya (öldürmeye) azmetmişti. Hakkı yok etmek için batıl şeyler ileri sürerek tartışmışlardı. Bu yüzden onları kıskıvrak yakaladım. Benim cezalandırmam nasılmış (gördüler)!
       6. Böylece Rabbinin, hakikati inkâra şartlanmış olanlar hakkındaki, “Onlar cehennemliklerdir” sözü gerçekleşmiş oldu.
       7. Arşı yüklenip taşıyanlar ve onun çevresindeki şuurlular Rablerini hamd ile tespih ederler (O’nu güzel sıfatlarıyla anıp över ve Kendisine yaraşmayan her türlü sıfattan tenzih ederler, O’nun yüklediği sorumluluğu yerine getirirler). Ve sadece O’na inanır ve güvenirler. Diğer iman edenler için de şöyle af dilerler: “Rabbimiz, Sen’in rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde, tevbe ile Sana yönelen ve Sen’in yoluna uyanları bağışla ve onları kızgın alevli ateş azabından koru!” Bkz. 69/17

       Bir kısım melekler/şuurlular için kullanılan “arşı yüklenip taşıyanlar” ifadesi, Allah’a yakın bulunmaları ve Onun iradesini hayata geçirmek konusunda vazifeli olmalarından kinayedir.
       Arşı taşıyan ve onun çevresinde bulunan şuurluların/meleklerin; inandıktan sonra tevbe eden ve Allah yolunda olanlar için bağışlanma dileğinde bulunmaları, Allah’ın rahmetinin farklı bir tezahürüdür. Aşağıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, meleklere; inanan kullarının bağışlanması ve nihai azaptan korunması için dilekte bulunduran Allah, yarattığı varlıkları âdeta sosyal bir sorumluluk projesiyle dayanışma içerisinde yaşamaları için ayetlerini gönderiyor.

       8. “Ey Rabbimiz! Onları da onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da kendilerine vaad ettiğin ebedi cennetlerine koy! Şüphesiz ki sen üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibisin.”
       9. “Onları kötülüklerden koru! Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, o gün muhakkak ona rahmet etmiş olursun. İşte bu büyük kurtuluştur.”
       10. (Cehenneme giren) İnkârcılara (o gün) şöyle seslenilir: “Allah’ın size olan gazabı/öfkesi sizin şu anda, (cehenneme girmeye bizzat kendi iradenizle karar verdiğiniz için) kendinize olan öfkenizden daha şiddetlidir. Çünkü siz imana çağrıldığınız halde inkâr etmeyi tercih etmiştiniz.”
       11. (Onlar da) şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. Günahlarımızı kabulleniyoruz. Şimdi (bu ateşten) bir çıkış yolu yok mu?”

       Ayette geçen “İki defa öldürdün, iki defa dirilttin” ifadesindeki birinci ölümün, insanın dünyaya gelmeden yani ana rahmine düşmeden önceki yokluk hali; birinci dirilişin, ana rahminden dünyaya gelişi; ikinci ölümün dünyadan gidişi ve ikinci dirilişin ise ahiretteki dirilişi anlattığı açıkça anlaşılmaktadır. Bazıları “Allah, (ölecek) insanların ruhlarını ölümü sırasında, öl(üm vakti gel)meyenlerinkini de uykularında alır. Sonra ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır…” (Zümer 39/42) ayetine dayanarak iki ölümden birinin vefat, diğerinin uyku olduğunu iddia ediyorlar. Oysa bu ayette “bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin” diyor. Buradaki ölümden uyku kastedilmiş olsaydı iki defa denmezdi çünkü insan binlerce defa uyumaktadır. Bir başkaları da bu cümledeki birinci ölümün dünyadan gidişi ve birinci dirilişin kabirdeki dirilişi ve arkasından ikinci kez ölmeyi anlattığını iddia ediyorlar ki bu tez, Bakara, 2/28. ayetiyle tamamen çürütülmektedir: “Allah’ı nasıl inkâr edebilirsiniz ki? Siz yokken, sizi var etti. Sonra sizi öldürecek ve sonra tekrar diriltecek. Sonunda dönüşünüz yine O’na olacaktır.” Bundan da anlaşılıyor ki kabirde dirilmek, orada yaşamak ve tekrar ölmek diye bir şey yoktur.

       12. Onlara şöyle cevap verilir: “Bu hale düşmenizin sebebi, Allah’ın birliğine inanmaya çağırıldığınızda reddederdiniz. Ama O’ndan başkalarına tanrısal nitelikler yüklendiğinde onlara inanırdınız. Artık (yapacak bir şey yok) şimdi ne yaparsanız yapın, her konuda hüküm verme yetkisi, yücelik ve azamet sahibi olan Allah’ındır!”
       13. O (Allah, varlığına, eşsizliğine, benzersizliğine ve büyüklüğüne delalet eden) âyetlerini size gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. (Bunlardan) ancak O’na yönelen düşünüp ibret alır.
       14. O hâlde, (Ey mü’minler!) İnkârcılar hoşlanmasalar da dinini bütün yanlarıyla içten kabul ederek ve yalnız O’nun rızasını düşünerek Allah’a kulluk edin!
       15. (İnsanların davranışlarına göre) dereceleri yükselten, arşın sahibi (Allah), buluşma günü hakkında uyarmak için emrinden olan ruhu (vahyi) kullarından dilediğine indirir.
       16. O gün, insanların (özlerinin bulunduğu yerden yeniden yaratılarak dışarı) çıkacağı ve her hallerinin bütün çıplaklığıyla ortaya konacağı gündür. Onlarla ilgili hiçbir şey Allah’tan saklı kalmayacak (her şey olduğu gibi gerçek yüzüyle ortaya konacak ve şöyle bir ses duyulacak. “Ey zorba diktatörler, söyleyin bakalım:) Bugün hükümranlık kimindir?” (Aynı sesle cevap verilecek) “Bütün varlıklar üzerinde tek ve mutlak otorite Sahibi olan Allah’ındır” (olacak)
       17. O gün herkes, ne yapmış ise onun karşılığını alacak ve o gün kimseye zerre kadar haksızlık edilmeyecek. Muhakkak ki Allah hesapları pek çabuk görendir.

       “O gün herkes, ne yapmış ise onun karşılığını alacak” ifadesi, herkesi kendi geleceğini hazırlamaya davet ediyor. İnsan ne ekerse onu biçer. Kasanıza para koyarsanız alırsınız, hesabınıza para yatırırsanız çekersiniz. Herkesin hesabı kendine aittir. Kişi dünyada kredi çekerek, ödünç alarak ya da çalarak çırparak bir şeyler yapılabilir ama ahiret bütün bunlara kapalıdır. Orada sadece kişinin dünyada yaşadıklarına bakılır ve ona göre değerlendirme yapılır. Onun için ucuz ve kolay yoldan cennete gitmek için şefaate ve himmete gönül bağlayarak ebedi nimetleri başkalarının üzerinden devşirmeyi düşünmemeliyiz. “O gün kimsenin kimseye faydası olmayacak.” (İnfitar, 82/19) “Onların hepsi kıyamet günü O’na tek başına gelecek.” (Meryem, 19/95)
       “Hesapları pek çabuk görendir” ifadesini, vahyin ilk muhataplarının algısıyla düşündüğümüz zamanki yorumla bugünün perspektifinden baktığımız zamanki yorum farklı olur. Nitekim yaşadığımız asırda insanların sicilini tutan, kredi skorunu oluşturan sistemlerde bir düğmeye bastığınız zaman anında istediğiniz konuda arzu ettiğiniz veriyi alabiliyorsunuz. Ayrıca bir parmak iziyle kişinin bulaştığı bütün suçları, katıldığı bütün olayları çabucak görebiliyorsunuz. Ama On dört asır önce böyle bir imkân yoktu. Onun için Allah tarihin hangi döneminde yaşarsa yaşasın bütün toplumların idrakini dikkate alan bir ifade kullanıyor.

       18. Yaklaşmakta olan (kıyamet) günü konusunda onları uyar! O gün yürekler gırtlaklara kadar gam ve tasa ile dolacaktır. Zalimlerin (onları azaptan kurtaracak) ne yakın bir dostu ne de (sözü) dinlenir bir şefaatçisi olacaktır.
       19. (Allah,) gözlerin art niyetli bakışını da kalplerin gizlediği şeyleri de bilir.
       20. Allah, hak ve adaletle hükmeder. O’ndan başka yalvarıp taptıkları varlıklar ise hiçbir hüküm veremezler. Şüphesiz Allah her şeyi işiten, her şeyi görendir.

       Görüldüğü gibi Allah otoritesinin hiç kimse ile paylaşılmasını istemiyor. Bütün günahları affedeceğini ama kendi niteliklerini başkalarına atfedenleri asla affetmeyeceğini vurguluyor. “Allah, kendisine ortak koşulmasını (başkalarının ilahlaştırılmasını) asla bağışlamaz. Onun dışında, dilediği kimsenin günahını bağışlar. Kim Allah’tan başka varlıklara tanrısal nitelikler yüklerse kesinlikle büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.” (Nisa 4/48)

       21. Onlar yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce yaşamış olan inkârcıların sonunun ne olduğunu görmüyorlar mı? Onlar, (kendilerinden) hem daha güçlüydüler hem de yeryüzünde daha derin izler bırakmışlardı. Ama Allah, onları günahları sebebiyle yakaladı da kendilerini Allah’ın azabından koruyacak hiç kimse bulunamadı. Bkz. 28/78, 30/9, 40/82
       22. Çünkü onlar öyle kimselerdi ki, resulleri onlara açık belgelerle gelirdi de onu inkâr eder (ve kötülüklerine devam ederler)di. Bu yüzden Allah da onları kıskıvrak yakaladı ve cezalandırdı. O, mutlak kuvvet sahibidir, cezalandırması pek çetin olandır.
       23-24. Andolsun, Musa’yı da ayetlerimizle ve apaçık bir kanıtla Firavun’a, (Veziri) Haman’a ve Karun’a göndermiştik de onlar şöyle demişlerdi: “(Bu) tam yalancı bir sihirbazdır!”
       25. (Musa, Firavun’a ve tebaasına) tarafımızdan gönderilmiş hakikatleri getirince şöyle dediler: “İman edip, Musa ile birlikte olanların oğullarını öldürün, kadınlarını ise sağ bırakın (Kıptilerle evlendirerek, iman edenlerin nüfusunun çoğalmasını engelleyin!)” Ama inkârcıların tuzakları, neticede boşa çıkmaya mahkûmdur.
       26. Firavun dedi ki: “Bırakın beni, şu Musa’yı öldüreyim de o varsın Rabbine yalvarıp dursun! Ben gerçekten, O’nun dininizi değiştireceğinden veya ülkede bozgunculuk çıkaracağından endişe ediyorum.”

       Firavun’un, halkına hitaben: “dininizi değiştireceğinden endişe ediyorum” ifadesi ve Yunus 10/78 ayeti, onların da kendilerine göre bir dinlerinin olduğunu göstermektedir. Eski Mısırlılar dindar insanlardı. Ancak dinleri Hak din değil, çok tanrılı sapkın bir dindi. Firavunların çok tanrılı dini benimsemeleri, bu din sayesinde kendilerini kolayca tanrılaştırmalarındandı. Halk, hükümdarlarına: “Ey biz canlıların tanrısı, yaşa, varol!” gibi tezahüratlar yaparlardı. Yani hükümdarlarına ilahlık atfetmek gibi çok yanlış bir inanca sahiplerdi. Bugün de bazı insanlara tanrısal nitelikler yüklenerek onlar üzerinden insanlar sömürülmüyor mu? Üstelik de Allah’ın dini kullanılarak bu sömürü işi yapılıyor. Olur olmaz insanlara büyüklük atfederek, onların karşısında el pençe durarak, kendilerine göre ihdas etmiş oldukları sahte dinleriyle Hz. Peygamberin sözde sünnetini ihya ederek insanlar putlaştırılmıyor mu? Hangi isimle olursa olsun Allah’ın otoritesini paylaşan, buna inanan, seyirci kalan, karşı çıkmayan Firavunun sünnetini ihya ediyor demektir.

       27. Buna karşılık Musa da: (“Dinleyin, ey insanlar!”) “Ben, hesap gününe inanmayan bütün kibirli (ve küstah zorbalardan), benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan (Allah’)a sığınmışım!” dedi.
       28. Firavunun yakın çevresinden olan ve imanını gizleyen bir adam da şöyle dedi: “Bir adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Buna rağmen o eğer bir yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir. Fakat eğer doğru söyleyen ise, (o zaman da) size vaadettiklerinin bir bölümü size isabet eder. Çünkü Allah, haddi aşarak Kendisi hakkında yalan söyleyen hiç kimseyi başarıya ulaştırmaz, doğru yola iletmez.”

       Yani Musa yalan söylüyor da Allah’ın elçisi değilse onu öldürmenize gerek yok çünkü o zaten başarıya ulaşamayacaktır. Ama doğru söylüyor da gerçekten inandığınız Rabbinizden deliller getiren bir elçi ise ona ve getirdiklerine inanmak zorundasınız. İnanmazsanız o taktirde onun vaad ettiği azap size isabet edecektir.

       29. (Musa) “Ey benim halkım! Bugün yeryüzüne hâkim kimseler olarak iktidar ve saltanat sizindir. Ama eğer Allah’ın cezasına maruz kalırsak O’nun azabından bizi kim kurtarır?” Firavun da şöyle dedi: “Ben size kendi görüşümden başkasını uygun görmüyorum ve ben size ancak doğru yolu gösteriyorum.”
       30-31. İman etmiş olan (o kimse) dedi ki: “Ey kavmim! Doğrusu ben Nuh kavminin, Ad, Semûd ve onlardan sonra gelen toplulukların (Allah’tan gelen elçileri yalanlamaları ve insanlara zulmetmeleri yüzünden) başlarına gelen (azap) gününün sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum! (Kul kendine zulmetmedikten sonra,) Allah, kullarına asla zulmetmek istemez.”

       Yani, Allah’ın elçilerini yalanlamak ve insanların özgürlüklerini ellerinden almak yoluyla zulmeden günahkârlara Allah’ın bu dünyada verdiği ceza, onların yaşadıklarının dünyadaki karşılığıdır. Allah’ın koyduğu yasalarda karşılıksız hiçbir şey yoktur. Her iyiliğin ve her kötülüğün mutlaka karşılığı vardır. Yapılan iyilik iyi olarak, kötülük de kötü olarak döner. Bu şekilde yapılanların karşılık bulmasıyla adaleti ilahi tecelli etmiş olur.

       32-33. “Ve ey kavmim! Doğrusu ben sizin için o feryat (edeceğiniz) ve arkanıza dönüp kaçmaya çalışacağınız günden korkuyorum. (O gün) sizi, Allah’(ın azabın)dan kurtaracak kimse yoktur. Allah, kimi (yaptıkları yüzünden) sapıklıkta bırakırsa artık onu doğru yola iletecek de yoktur.”
       34. Bundan önce size delillerle Yusuf gelmişti. O zaman da onun size getirdikleri hakkında şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o ölünce de: “Bundan sonra Allah asla peygamber göndermez” demiştiniz. İşte Allah, aşırı giden şüpheci kimseleri (yaptıkları yüzünden) böyle sapıklıkta bırakır.

       Hz. Yusuf, lakabı İsrail olan (A. İmran 3/93) Yakup Peygamberin on iki oğlunun sondan ikincisidir. En küçüğü olan Bünyamin’in ağabeyidir. İsrailoğullarını meydana getiren on iki boydan birinin başıdır. Kur’an’ın 111 ayetten oluşan 12. suresi, Hz. Yusuf’un hayatını anlatmaktadır. Kur’an, Yusuf 12/3’de Hz. Yusuf’un kıssasını ihtiva ettiği derinlik ve içerdiği mesajlar bakımından “kıssaların en güzeli” olarak vasıflandırmıştır.

       35. Bunlar, Allah’ın ayetleri üzerinde kendilerine gelmiş bir delil bulunmadan tartışırlar. Onların bu hareketleri hem Allah indinde hem de iman edenler nazarında pek kötü, pek çirkin bir davranıştır. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini (yaptıkları yüzünden) işte böyle mühürler.
       36-37. Firavun (alayla) dedi ki: “Ey Hâmân! Bana görkemli bir kule yap! Belki böylece (amacımı gerçekleştirecek) araçlara ulaşırım da Musa’nın ilahını görebilirim. Çünkü ben onun (elçilik davasında) yalancı olduğunu düşünüyorum. İşte böyle, yaptığı kötülükler Firavun’a güzel göründü ve bu nedenle (doğru) yoldan alıkondu. Firavun’un tuzağı hüsrandan başka bir şeye yaramadı.
       38. (Firavunun kavminden) İman etmiş olan (kimse) dedi ki: “Ey kavmim! Bana uyun ki, sizi doğru yola ileteyim!”
       39. Ey kavmim! “Bu dünya hayatı gelip geçici bir eğlenceden başka bir şey değildir. Ahiret (hayatı) ise ebedî olarak kalınacak yerdir.”
       40. “Kim bir kötülük yaparsa, ancak onun kadar ceza görür. Kadın veya erkek, kim, mü’min olarak doğru ve yararlı iş yaparsa, işte onlar cennete girecek ve orada onlara hesapsız rızık verilecektir.”

       Allah’ın merhametini bundan daha güzel özetleyen ne olabilir? Kötülük yapan ancak yaptığı kötülüğün büyüklüğü kadar ceza görecek –ki bu da Kur’an’ın diğer birçok yerinde ifade edildiği gibi Allah’ın bağışlanma çağrısına maksatlı olarak icabet etmeyen, fırsat bulduğu halde kötülüklerini iyiliklerle örtmeyen, günâh işlemeyi ve zulmetmeyi kasıtlı olarak devam ettiren kimseler içindir- ama kim iman ettikten sonra faydalı iş yapar ve erdemli bir tavır sergilerse ona hesapsız rızık verilecektir. Buradaki “hesapsız rızık” söylemi; dünyevi hayallerin ötesinde, insan tasavvuruyla algılanamayan sınırsız güzellikler, zihni ve ruhi zenginlikler anlamındadır.

       41. “Ey kavmim! Nedir bu başıma gelen? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz ise beni ateşe çağırıyorsunuz!”
       42. “Siz beni Allah’ı inkâr etmeye ve hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyleri O’na ortak koşmaya çağırıyorsunuz, ben ise sizi, O kudret sahibi ve çok bağışlayıcı olan (Allah’ı tanımay)a çağırıyorum!
       43. “Sizin beni çağırdığınız şeyin ne dünyada ne de ahirette çağrılmaya değer hiçbir tarafı yoktur. Sonunda hepimizin varacağı yer hiç şüphesiz Allah’ın huzurudur. Ve yine hiç şüphesiz, haddi aşan ve Allah’ın kendilerine verdiği ömrü boşa harcayanlar, evet onlar ateş halkının ta kendileri olacaklardır.”
       44. “Benim size söylediklerimi yakında hatırlayacak (ve bana hak verecek)siniz. Ben ise (üzerime düşeni yaparak) işimi Allah’a bırakıyorum. Çünkü Allah kullarının yaptığı her şeyi görmektedir.”
       45. Neticede Allah, (iman etmiş olan) o kimseyi (Firavun oligarşisinin) kurduğu tuzakların şerrinden korudu; buna karşılık, Firavun oligarşisinin helaki ise azabın en kötüsüyle oldu.
       46. O, (mahkûm oldukları azap) öyle bir ateştir ki; onlar sabah akşam onun karşısına getirilir ve ona maruz bırakılırlar. Kıyamet çattığı ve hesapların görüldüğü gün ise: “Firavun oligarşisini adamlarını azabın en şiddetlisine atın!” denir.

       “Onlar sabah akşam ateşin karşısına getirilirler” ifadesi kıyametten önceki bir zamana işaret etmektedir. Çünkü ayetin devamında, kıyametten sonraki zamandan ayrıca bahsediliyor. Buradan da anlaşılıyor ki, ölen insanın ruhunun, bizim bilemediğimiz ama Allah’ın belirlediği bir âlemde yine O’nun takdir edeceği bir şekilde azap görmesi olacaktır. Bu cezanın mahiyeti, süresi ve yeri konusunda -rüyada olduğu gibi bir kâbus şeklinde mi yaşanacak yoksa ruha doğrudan yapılan bir eziyet mi olacak- kesin bir şey söylemek doğru olmaz. Ama Kur’an’ın genel anlam örgüsü içinde konuyu değerlendirdiğimiz zaman anlıyoruz ki; nihai azap, kıyametten sonra ahiret hayatı başladıktan ve insanın dünyada yaşadıkları ortaya konduktan sonra gerçekleşecektir.

       47. (Onlar kıyametten sonra cehennem) ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, (körü körüne güçlülere tâbi olanlar), büyüklük ve hâkimiyet iddiasında bulunanlara: “(Dünyada iken) biz size uymuş kimselerdik. Şimdi şu ateşin bir kısmını üzerimizden kaldırabilir misiniz?” diye yalvaracaklar.
       48. Büyüklük taslayanlar ise şöyle diyecekler: “Biz hepimiz ateşin içindeyiz (Biz kurtarabilsek zaten kendimizi kurtarırız). Şüphesiz Allah, kulları arasında böyle hüküm vermiştir (artık bizim de yapacak bir şeyimiz yoktur).”
       49. Ateşin içinde bulunanlar, bu defa cehennemin vazifeli meleklerine: “Ne olur, Rabbinize yalvarın da azabımızı (hiç değilse) bir günlüğüne hafifletsin” diye yalvaracaklar.

       Bu ayet, olabilecek olanları tasvir ederek insana sunuyor ki, ölüm gelmeden insan hazırlığını yapsın. Başına gelebilecekleri şimdiden düşünsün ve ona göre kendine çeki düzen versin, kendine bir yol çizsin. İnsan için en zor şey bu azabı hak edecek bir hayat ortaya koymaktır. Allah’a karşı çıkmak, zulmetmek, çalmak, haksızlık yapmak, özgürlüğü kısıtlamak, hak yemek, insanları aldatmak, doğayı tahrip etmek, kötülük üretmek, başkalarının namusuna zarar vermek zor şeylerdir. Doğru olmak, sevmek, saygı duymak, doğru konuşmak, yardımlaşmak, çalışmak, iyilik yapmak, iyi düşünmek, erdemli olmak kolay şeylerdir. İnsan kolay olanı başaraıp cennete gitmek yerine zoru yapıp cehennemi tercih ediyorsa yapacak bir şey yok. Allah da kulunun tercihini kendi niyeti, samimiyeti ve eylemlerinin sonucuna göre belirleyecektir.

       50. (Cehennem bekçileri) derler ki: “Size resulleriniz (hakikati ortaya koyan) apaçık belgeler/kanıtlar getirmemiş miydi?” Onlar, “Evet, getirmişti” derler. (Bekçiler:) “Öyleyse kendi kendinize yalvarmaya devam edin” derler. Şüphesiz inkârcıların yalvarışı boşunadır. Bkz. 67/8-9
       51. Biz resullerimize ve inananlara hem dünya hayatında hem de şahitlerin dinleneceği (ahiret) gününde (düşmanlarına karşı) elbette yardım edeceğiz.

       “Şahitlerin dinleneceği” ifadesindeki şahitler, melekler olduğu gibi nebilerin tebliğine şahit olan mü’minler ve mü’minlerin mücadelesine tanık olan nebilerdir.

       52. O gün zalimlere mazeretlerinin hiçbir faydası olmayacak. Onların payına her türlü iyilikten yoksun bırakılma ve korkunç bir yerleşim yeri (olan cehennem) düşecektir.
       53-54. (Diğer taraftan) Biz, Musa’ya doğru yolu gösterdik ve İsrailoğullarına da aklını işletenler için bir hidayet ve bir nasihat olmak üzere Kitab’ı (Tevrat’ı) miras bıraktık.
       55. (O halde Ey Muhammed!) Sen sıkıntılara karşı sabırlı ol! Zira Allah’ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir.       Günahların için bağışlanma dile! Rabbinin şanını sabah akşam yücelt.

       Bu pasajın ilk muhatabı doğrudan Hz. Peygamber olsa da aslında bu onun aracılığıyla bütün mü’minleri kapsamaktadır. Kur’an’daki Hz. Peygambere yapılan hitapların çoğunda görülen emirler, yasaklar, örnekler genel bir muhteva taşımaktadır ve bütün insanlar için geçerlidir. “Günahların için bağışlanma dile!” emri; peygamber de olsa hiç kimsenin günahsız ve masum olamayacağı anlamına gelmektedir. Nitekim Hz. Âdem ile Havva’nın yasak olan meyveden yemeleri ve ceza olarak cennetten çıkarılmaları (Taha, 20/115), “… Böylece Âdem, Rabbinin emrine karşı gelerek günah işlemiş oldu.” (Hud 20/121) Hz. Yunus’un Allah’tan izinsiz tebliğ bölgesini terk etmesi ve ceza olarak balık tarafından yutulması (Saffat, 37/139-145), Hz. Eyyub’un, gittiği yerden geç dönen karısına yüz sopa vuracağına dair yemin etmesi ve bunun yanlış olduğunun Allah tarafından kendisine bildirilmesi (Sâd, 38/44) de bu gerçeği doğrulayan Kur’an örneklerindendir.

       56. Kendilerine ulaşmış hiçbir belge ve yetki olmaksızın Allah’ın ayetleri hakkında ileri geri tartışanlar, içlerinde taşıdıkları ama hiçbir zaman ulaşamayacakları büyüklük ve üstünlük özentisi sebebiyle böyle yapmaktadırlar. Sen (onların şerrinden) Allah’a sığın. Şüphesiz O, (her şeyi) hakkıyla işitendir, (her şeyi) hakkıyla görendir.
       57. (İnsanın yeniden yaratılacağına karşı çıkanlar bilmelidirler ki;) Göklerin ve yerin yaratılması, elbette insanların (yeniden) yaratılmasından daha büyüktür. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler. Bkz. 17/99, 36/81, 46/33
       58. Kör ile gören bir olmaz. İman edip doğru ve yararlı işler yapanlarla kötülük üretenler de bir değildir. (Çok düşünmeniz gerekirken) ne kadar da az düşünüyorsunuz!
       59. Kıyamet günü mutlaka gelecektir, bunda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu buna inanmazlar.
       60. Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duanıza cevap vereyim! Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir.” Bkz. 2/153

       “Bana dua edin, duanıza cevap vereyim” ifadesi, “yapmanız gerekeni yaptıktan sonra istediklerinizin mantîkî ve ilahi emirlere paralel bir temeli varsa duanızı kabul edeyim” demektir. Dua, insanın yaratıcısına karşı iman, güven ve tevhit telakkisinin bir gereğidir. Bir pazarlık ya da işi tamamen Allah’a havale etmek değildir. Çalışmadan, çabalamadan, gerekli önlemi almadan, elinden gelen tüm gayreti göstermeden Allah’a dua etmek saygısızlık olur. Bu arada ifade etmek gerekir ki; Allah’a inanmak ve Ona dua etmek kulluk için yetmez. Sınırlı ve aciz olarak yaratılan insan, sınırsız ve sonsuz kudret sahibi olan Allah’la birlikteliği hayatın gerçeği haline getirmeli. “Nerede olursam olayım O benimle beraberdir” bilinciyle davranışlarında ölçülü olmalı. Fıtratına üflenen ruhla, yaratılışta kendine lütfedilen hasletlerle yaşarken Kur’an’ın desteğini de alarak cennetin varisi olma yolunda gayret göstermelidir.

       61. Dinlenesiniz diye geceyi, (işlerinizi) göresiniz diye de gündüzü sizin için yaratan Allah’tır. Gerçekten Allah insanlara karşı lütuf sahibidir. Buna rağmen insanların çoğu nankörlük ederler/şükretmezler.
       62. İşte sizin Rabbiniz, her şeyi yaratan Allah’tır. O’ndan başka ilah yoktur. Öyle ise nasıl oluyor da böylesine aldanıyorsunuz/savruluyorsunuz?
       63. İşte, (geçmişte) Allah’ın ayetlerini inkâr edenler de tıpkı böyle aldanmıştılar/savrulmuştular.
       64. Allah, O’dur ki yeryüzünü sizin için bir yerleşme yeri, göğü de (onun üzerinde) bir kubbe yapmıştır. Ayrıca, sizi şekillendirmiş, hem de size en güzel, en uygun şekli vermiştir. Dahası sizi helâl, temiz ve sağlıklı nimetlerle rızıklandırmıştır. Bütün bunları yapan Rabbiniz olan Allah’tır. Âlemlerin Rabbi olan Allah, gerçekten ne yüce bir bereket kaynağıdır! Bkz. 64/3, 82/7-8
       65. O, daima diridir. O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse, dini bütün yanlarıyla kabul ederek ve yalnızca O’nun rızasını gözeterek, samimi ve saf bir inançla sadece O’na dua edin (dualarınızda başkalarını araya sokmayın). Her türlü övgü âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur!
       66. De ki: “Allah’tan başka dua edip yalvardığınız her ne varsa, ben onlara ibadet etmekten men olundum. Zira bana Rabbimden hakikatin apaçık delilleri gelmiş bulunuyor. Ve ben âlemlerin, Rabbine bütün varlığımla teslim olmakla emrolundum.”
       67. Sizi (ilk insanı) topraktan, sonra (her birinizi) sperm damlasından, sonra kan pıhtısından (embriyodan) yaratan, sonra bir bebek olarak (dünyaya çıkaran), sonra erginlik çağına ulaşmanız, sonra da yaşlanmanız için size belli bir ömür veren O’dur. Sizden kiminizin daha önceden hayatına son verilir, kiminizin ömrü belli bir vadeye kadar uzatılır. Olur ki (bütün bunlardan), düşünüp (öğüt alır ve) aklınızı işleterek ders çıkarırsınız.

       68. O, yaşatandır ve öldürendir. Bir şeye karar verdiğinde, ona sadece “Ol” der (olmasını diler), o da hemen oluş sürecine girer. Bkz. 3/47, 59, 6/73, 16/40, 19/35, 36/82
       69. Allah’ın ayetleri hakkında mücadele edenleri görmüyor musun? Nasıl oluyor da Haktan uzaklaştırılıyorlar?
       70. Bu ilahi kelamı ve elçilerimize daha önce gönderdiğimiz mesajları yalanlayanlar, (yaptıklarının yanlış olduğunu) yakında bilecekler!

       Bütün ilahî kitaplarda ortaya konulan temel hakikatler, prensipler, direktifler, uyarılar, ahlaki değerler, hidayet içerikli öğretiler aynı muhtevaya sahip olduğundan; onların en sonuncusunun inkârı, daha öncekilerin tümünün de inkârı anlamına geleceği için böyle bir uyarıda bulunuluyor.

       71-72. Boyunlarında demir halkalar ve (ayaklarında) zincirler olduğu hâlde kaynar suda sürüklenecekler, sonra da ateşte yakılacaklardır.

       Burada da ahiret ahvalini tasvir eden temsilî mahiyette inkârcıların anlayabileceği dilden ince bir Kur’anî tasvir söz konusudur.

       73-74. Sonra onlara: “Sizin şirk koştuklarınız nerede?” denilecek. Onlar da: “Bizden uzaklaştılar. Gerçekte biz, bundan önce (dünyada iken) birer hiç olan şeylere tapmış ve yalvarmışız!” diyecekler. (Ve onlara:) “İşte Allah, apaçık hakikati (bile bile) inkâr eden (sizin gibi zalim)leri böyle şaşırtır!” (denilecek).

       Ayetteki sorulu cevaplı konuşmalardan, insanların dünyada, ilahlaştırdıkları varlıkların insan olduğu anlaşılmaktadır. Bir insana tapmak için illa da onu bir ilah, bir Tanrı olarak görmek gerekmiyor. Eğer insan, kendisi gibi aciz bir varlığı soyut olarak kendisine çok yakın hissediyorsa, onu kutsayarak kendi dünyasında müstesna bir yere koyuyorsa, ona yüklediği yüce vasıflarla onu insanüstü bir varlık olarak görüyorsa, namazların secdelerinde bile Allah’ı düşünemezken, hayalindeki bu kişinin önünde onlarca kez saygı ile eğiliyorsa o kişiye tapıyor demektir.

       75. “(Allah’ın sizi saptırması ve azaba mahkûm etmesi) sizin, yeryüzünde hak etmediğiniz halde azıp şımarmanızdan, küstahça böbürlenmenizden, kendinizi beğenmenizden kaynaklanmaktadır.”

       Demek ki bu ayetle beraber Müminun 23/115; “Sizi boşuna yarattığımızı mı sanıyorsunuz?” ayeti bir uyarı olarak alınmalı; insan mal-mülk edinmek, hükmetmek, tüketmek, lüks yaşamak, kariyer yapmak, makam kapmak, gündemde kalmak, prestij kazanmak, reklam olmak, övülmek, parmakla gösterilmek, pohpohlanmak için yaşamamalı. Onun yüksek idealleri, faziletli hedefleri erdemli çalışmaları ve diğer canlılardan onu ayıracak farklı bir hayat tarzı olmalı.

       76. Onlara: “Ebedî kalmak üzere cehennem kapılarından girin. Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür” (denilecek).
       77. O halde (Ey Resul! İnkârcıların eziyetlerine ve Hakka karşı direnmelerine) sabret. Elbette Allah’ın verdiği (azap) sözü gerçekleşecektir. Artık onlara vaad ettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de yahut seni (vefat ettirerek) kendimize alsak da sonunda onlar huzurumuza getirilecek (ve vaad ettiğimiz acı netice ile karşılaşacak)lardır.
       78. Andolsun, senden önce de resuller gönderdik. Onlardan sana anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da. Hiçbir resul, Allah’ın izni olmadan bir mucize gösteremez. Allah’ın emri gelince de hak yerine getirilir. İşte o zaman Allah’ın ayetlerini boşa çıkarmaya çalışanlar, hüsrana uğrarlar. Bkz. 4/164

       Kur’an’dan anladığımıza göre, her millete ya da kabileye, o toplumun durumuna göre peygamber gönderilmiştir. Fakat Kur’an, hikmetine binaen daha çok Arabistan Yarımadasıyla Mezopotamya (Dicle ve Fırat Nehirleri arasında kalan bölge)’da gönderilen peygamberlerin hayatlarına yer vermiştir. İbrahim 14/11 ve Ra’d 13/38’de olduğu gibi bu ayette de “Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamberin mucize gösteremeyeceği” ifade edilmektedir. Bundan da anlıyoruz ki; mucizeler tamamen Allah’ın takdirindedir ve O’nun fiilidir. O halde mucizeye göre elçilere büyüklük atfetmek ve mucizelerin farklılığından dolayı peygamberler arasında üstünlük kurmak ve ayırım yapmak doğru değildir.
       Maalesef günümüz Müslümanları Hz. Peygamberi mucizeler ihdas ederek diğer peygamberlerin üstüne çıkarmaya çalışıyor. Üstelik uydurdukları mucizeleri kabul etmeyenleri kâfir ve peygamber düşmanı ilan ediyor. Oysa Hz. Peygambere verilen mucize ile ilgili olarak Ankebût 29/51’de “Kendilerine okunan (bu) Kitab’ı sana indirmiş olmamız onlara (mucize olarak) yetmez mi?..” buyrulmaktadır. Üstün olmak, takdir edilmek, yüksek bir makama ulaşmak, Allah’ın rızasını kazanmak tamamen imanla ve amelle alakalıdır. Kişi ister peygamber olsun isterse bir peygamberin ümmeti, onun Allah katındaki makamı ortaya koyduğu mücadele ile, üstlendiği vazifenin hakkını vermekle, aldığı misyonu icra etmekle, gösterdiği performansla ilgilidir. Durup dururken Allah kimseye özel bir makam tahsis etmez. Hele kendi fiili olan mucizelerle kimseyi kimseden ayırt etmez. Bu bakımdan Hz. Peygambere mucize isnat edenler boşuna yorulmaktadır. Oysa Hz. Muhammed, katıksız imanıyla, insani normları aşan mücadelesiyle, düşmanlara karşı tavizsiz duruşuyla, azimli ve erdemli çalışmasıyla, ahlakıyla, saygısıyla, sevgisiyle, merhametiyle, adaletiyle, tevazuuyla, hoşgörüsüyle ve daha pek çok örnek vasıflarıyla model bir insan ve örnek bir peygamberdir. Onun, insanların üreteceği mucizelere ihtiyacı yoktur. Ona inananların yapması gereken tek şey Hz. Muhammed’in mucizesi olan Kur’an’a sahip çıkmak, onu anlamak ve ona göre yaşamaktır.

       79. Allah O’dur ki, bir kısmına binesiniz, bir kısmından da yiyesiniz diye sizin için hayvanları yarattı.
       80. Onlarda sizin için daha birçok faydalar da vardır. Ayrıca (onlardan birçok) önemli ihtiyacınızı karşılarsınız. Onlarla (karada) ve gemilerle (denizde) seyahat eder, yüklerinizi taşırsınız. Bkz. 16/7, 23/21-22, 43/12-14
       81. Allah böylece size kudretinin delillerini gösteriyor. (Söyleyin bakalım,) Allah’ın bu muhteşem âyetlerinden/nimetlerinden hangi birini inkâr edebilirsiniz?
       82. Onlar hiç yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce yaşamış olanların sonunun ne olduğuna bakmazlar mı? Onlar kendilerinden daha kalabalık ve daha güçlüydüler ve yeryüzünde daha derin izler bırakmışlardı fakat başarılarının kendilerine hiçbir faydası olmadı. Bkz. 28/78, 30/9, 40/21

       Tarihten ders alarak karşılaştırmalar yapmak, insanın öğrenme sürecinin en önemli unsurlarındandır. Bir toplumun geleceğinin şekillenmesi, o toplumdaki bireylerin kendi geçmişlerinden doğru ve faydalı dersler çıkarmalarına bağlıdır. Onun için Kur’an çoğu zaman tarihten örnekler vererek kalpleri onlara doğru çevirir ve insanların geçmişten ders almalarına yardımcı olur.

       83. Peygamberleri onlara apaçık deliller getirince, sahip oldukları bilgi ile şımardılar (ve onları alaya aldılar). Fakat sonunda alay konusu yaptıkları (ceza), onları çepeçevre kuşatıverdi.
       84. Ve kahredici cezamızı (apaçık) gördükleri zaman “Tek olan Allah’a iman ettik ve O’na ortak koştuğumuz şeylere olan inancımızı reddettik!” dediler.
       85. Fakat azabımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı. Kulları hakkında geçmişten bugüne Allah’ın uygulaması budur. Nitekim hakikati inkârı tabiat haline getirenler, orada ve o anda hüsrana uğramışlardır. Bkz. 2/50, 20/78, 43/55-56