51 – Zariyat

       Zâriyat suresi, Mekke döneminde inmiş olup 60 ayettir. Sure adını, birinci ayette geçen ve “rüzgârlar” anlamına gelen “Zâriyat” kelimesinden almıştır. Sûrede ceza ve mükâfat gününün mutlaka vuku bulacağı rüzgâr ve bulutlar gibi tabiat olaylarına yapılan yeminle anlatılıyor. Allah’a karşı gelmekten sakınanların dünyadaki niteliklerinden bahsedilen sûrede zihnini ve gönlünü ilâhî gerçeklere açanlar için hem tabiatta hem de insanın kendi varlığında gerçeğe ulaştıracak delillerin bulunduğu belirtiliyor. İnkârları ve zulümleri yüzünden helâk olan önceki peygamberlerin muhataplarının feci âkıbetlerinden örnekler veriliyor. Lût kavminin çamurdan pişirilmiş taşlarla, Mûsâ ile mücadele eden Firavun ve ordularını denizde boğulmakla, Hûd’un kavmi Âd’ın kasıp kavuran rüzgârla, Salih’in kavmi Semûd’un yıldırımla ve Nûh kavminin suda boğulmakla helâk edilişi anlatılıyor. Sûrede ayrıca gökyüzünün ilâhî kudretle inşa edildiği, yeryüzünün insan hayatına elverişli kılındığı, öğüt ve ibret almak için her şeyin çift yaratıldığı ifade ediliyor. Allah, görünen ve görünmeyen bütün varlıkları kendisini tanıyıp bilmeleri ve yalnız O’na ibadet (kulluk) etmeleri için yarattığını, onlardan rızık talep etmediğini ve bütün canlıların ihtiyaçlarını kendisinin karşıladığını bildiriyor.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
       1. Tozu dumana katıp savuran (rüzgâr)lara,
       2. (Yağmur) yüklü (bulut)lara,
       3. Kolayca akıp giden (yıldızlara, gemi)lere,
       4. (Hayatın nimetlerini Allah’ın) buyruğu altında paylaştıran meleklere andolsun ki,
       5. Size ne vaad edilmişse hepsi doğrudur.
       6. (Hesap ve) ceza günü kuşkusuz gerçekleşecektir.
       7. Yine (her biri kendi yörüngesinde bir düzen içinde akıp giden) yıldız kümeleri ile dolu olan gökyüzüne andolsun ki,
       8. Siz (ey insanlar,) gerçekten neye inanılacağı konusunda farklı görüşlerdesiniz.
       9. (Oysa) bu davetten, aldanarak yüz çeviren, (yalnızca) kendini aldatır!
       10. Kahrolsun o kendi görüşlerini/kurgularını gerçek diye sunanlar!
       11. Onlar, bir cehalet içinde bulunan gafil kimselerdir
       12. (Onlar alaylı tavırlarıyla:) “Ceza günü ne zaman?” diye sorarlar!
       13. O gün, onlar ateşin üzerinde azaba uğratılıp kıvrandırılacaklardır.
       14. (Görevli melekler onlara şöyle diyecek:) “Tadın azabınızı! Çabuklaştırılmasını isteyip durduğunuz (azap) işte budur.”
       15. Ama (dünyada iken) Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanlar, kendilerini bahçeler ve pınarlar arasında bulurlar.
       16. Rablerinin, kendilerine verdiği her şeyden istedikleri gibi alırlar. Çünkü onlar bundan önce iyilik yapan, hayır işleyen kimselerdi.
       17. Onlar gecenin pek az bir kısmında uyurlardı,
       18. Seherlerde (Allah’tan) bağışlanma dilerlerdi.
       19. Ve sahip oldukları her şeyden, (yardım) isteyenlere ve (iffetlerinden dolayı isteyemeyen) sıkıntı içinde bulunanlara bir pay (ayırırlardı).
       20. Yeryüzünde zihnini ve gönlünü ilahi gerçeklere açmak isteyenler için (Allah’ın kudretini anlatan nice) deliller vardır.
       21. Kendi (yaratılışı)nızda bile (nice deliller vardır). Hala görmeyecek misiniz?
       22. Gökte hem rızkınız hem de size vaad olunan (cennet ve cehennem) vardır.

       Yeryüzünde yaşamamız için ihtiyaç duyduğumuz ve gökyüzünden gelen su, ısı ve ışık gibi unsurlar rızkımızın vesileleri olduğu için gökteki rızık olarak ifade ediliyorlar.
       “Size vaad olunan” ifadesine gelince; bu ifadeden kastedilen cennet ve cehennemdir. Nitekim Kur’an’ın pek çok yerinde geçen “vaadolunan” ifadesi cenneti ve cehennemi anlatmaktadır. İnanan ve imanın gereklerini yerine getirenlere cennet vaad olunuyor, inkârda ısrar edenlere cehennem. Bize vaad olunanlar semada yani dünyanın dışında olduğuna göre şu anda cennet ve cehennem var demektir.

       23. Gökyüzünün ve yerin Rabbine andolsun ki bu (ölümden sonraki hayat), sizin konuşmanız kadar kesin ve gerçektir.
       24. (Ey Muhammed!) İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?
       25. Hani onlar, İbrahim’in yanına gelmiş ve şöyle demişlerdi: “Selâm olsun sana!” O da: “Size de selâm olsun” demiş ve içinden de: “(Bunlar) tanınmadık kimseler” diye geçirmişti.
       26-27. Hemen (bir bahane ile) ailesinin yanına giderek, (pişirilmiş) besili bir dana getirmiş ve onların önüne koyup: “Buyurmaz mısınız?” demişti. Bkz. 11/69,-70, 15/52-62
       28. (İbrahim, misafirlerin yemediklerini görünce,) onlardan endişeye kapıldı; (ama) onlar: “Korkma!” dediler ve (ona) derin bilgi ile donatılan bir erkek çocuk (sahibi olacağı) müjdesini verdiler.
       29. Bunun üzerine karısı (Sâre) çığlık atarak (misafirlerin) yanına geldi ve (şaşkınlık içinde ellerini) yüzüne vurup şöyle dedi: “(Nasıl çocuğum olur,) ben kısır bir kocakarıyım?”.
       30. Onlar dediler ki: “Rabbin böyle buyurdu (takdir etti). Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyi) hakkıyla bilendir.”
       31. (İbrahim, onların melek olduğunu anlayınca:) “O hâlde sizin göreviniz nedir ey elçiler?” dedi.
       32-33-34. (Onlar da:) “Biz, günahkâr bir kavme (Lût kavmine), üzerlerine çamurdan pişirilmiş taşlar yağdırmak için gönderildik. (Bunlar,) haddi aşanlar için Rabbinin katında damgalanmıştır” dediler.
       35. Bu arada, (Lût’a) inananlardan orada (Sodom’da) kim varsa onları çıkardık.
       36. Zaten orada Müslümanlardan, bir ev halkından (Lût ve iki kızından) başka kimse de bulamamıştık.
       37. Ve böylece (o kenti taş yığını haline getirerek) şiddetli azaptan korkanlar için orada bir işaret, bir mesaj bıraktık.
       38. Musa’(nın kıssasında) da (ibretler vardır). Hani biz onu açık bir delil ile Firavun’a göndermiştik.
       39. O ise, bütün ordusu ile (imandan) yüz çevirmiş ve (Musa hakkında) şöyle demişti: “Bu, bir sihirbaz yahut bir mecnundur.”
       40. Biz de onu ve ordularını yakalayıp denizin dibine geçiriverdik. O (boğulma esnasında), pişmanlıkla kendi kendini kınıyordu (ama iman etmek için iş işten geçmişti).
       41. Âd kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine (yaptıkları yüzünden) köklerini kesen bir rüzgâr göndermiştik.
       42. O (rüzgâr), Üzerinden geçtiği hiçbir şeyi bırakmamış, ne varsa toz duman edip dağıtmıştı.
       43. (Salih’in kavmi) Semûd’da da (ibretler vardır). Hani onlara: “Bir süreye kadar (dünyadan) faydalanın (eğlenin, alay edin) bakalım” denilmişti.
       44. Onlar ise Rablerinin buyruğuna başkaldırmışlardı, bu yüzden bakıp dururlarken onları yıldırım yakalayıvermişti.
       45. Artık ne ayağa kalkacak güçleri kalmıştı ne de yardım edenleri olmuştu.
       46. Daha önce Nuh kavmini de (helak etmiştik). Çünkü onlar da yoldan çıkmış bir toplum idiler.
       47. Göğü biz kudretimizle bina ettik. Şüphesiz onu genişleten de biziz.

       Bu ayet, gökyüzünün sanıldığı gibi durağan bir yapıya sahip olmadığını ve sürekli genişlediğini anlatmaktadır. Yapılan incelemelerle uzaydaki galaksilerin hem bizden hem de birbirlerinden sürekli uzaklaşmakta olduğu görülmüştür. Bu da gösteriyor ki evren sürekli bir genişleme içindedir. Bu âyeti Enbiya 21/30 âyetiyle birlikte değerlendirdiğimiz zaman “evrenin genişlemesi” ile ilgili modern bilimin teorilerinin doğruluğunu daha kolay kavrayabiliriz.

       48. Yeryüzünü de biz döşedik. (Biz) ne güzel döşeyiciyiz.
       49. Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki çift yarattık.
       50. (Ey Resul, de ki:) O halde hemen Allah’a koşun (küfrü bırakıp imana gelin). Şüphesiz ben, size O’nun tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım!
       51. Allah ile beraber başka ilahlar edinmeyin! Gerçekten ben, size, O’nun tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım!
       52. İşte böyle! Onlardan öncekiler de kendilerine gelen her resule mutlaka; “o bir büyücüdür yahut bir delidir” dediler.
       53. Onlar bu (düşünce tarzı)nı birbirlerine tavsiye etmiş gibi (nesilden nesile hep aynı şeyi söyleyip duruyorlar)? Hayır, böyle bir tavsiye yok ama onlar azgınlıkta müşterek oldukları için, böyle söylüyorlar.
       54. Onun için (ey Resul), onlarla tartışmaya girme! Böyle yapmakla kınanıp suçlanacak değilsin.
       55. Bununla beraber sen yine de öğüt vermeye devam et! Çünkü bu öğüt ve hatırlatmalar inananlara fayda sağlar!

       Bütün peygamberlerin vazifesi baskı yapmadan, dayatmada bulunmadan usulünce öğüt vermektir. İnsanlar öğüt almıyor ya da bazıları inanmamakta direniyor diye vazgeçmek olmaz. Nitekim Zuhruf, 43/5. âyette “Siz haddi aşan kimseler oldunuz diye, sizi Kur’an’la uyarmaktan vaz mı geçelim?” buyrulmaktadır. Hidayet de dalalet de (insanın iradesine bağlı olarak) Allah’ın takdirindedir. Hz. Peygamber’in özel çabası elbette ki önemlidir ama karar Allah’a aittir. Kasas, 28/56. âyette “Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Dileyen kimseyi doğru yola eriştirecek olan ancak Allah’tır…” buyruluyor. Unutulmamalı ki Hz. Peygamberin yaptığı gibi güzel örnek olmak da nasihat etmek kadar önemlidir.

       56. Ben görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen tüm iradeli varlıkları sadece (Beni tanıyıp bilsinler ve) Bana kulluk etsinler diye yarattım. Bkz. 1/4, 4/36, 9/31
       57. Ben, onlardan bir rızık istemiyorum ve onların beni doyurup beslemelerini de beklemiyorum.
       58. (Bilsinler ki) bütün rızıkları veren, erişilmez güç ve tam iktidar sahibi olan Allah’tır.
       59. Muhakkak ki bu zulmedenlerin de geçmiş arkadaşlarının payı gibi bir azap payı vardır. O halde (o azabın gelmesi için) acele etmesinler.
       60. Uyarıldıkları (azap) günlerinden dolayı vay o inkârcıların haline!